Bist 100
9079,97
3,1%
Bist 100
Dolar/TL
32,3394
0,2061%
Dolar/TL
Euro/TL
34,9435
0,0074%
Euro/TL
Euro/Dolar
1,0805
-0,1935%
Euro/Dolar
Altın/Gram
2312,69
1,52%
Altın/Gram
Piyasaları
İncele
USD/TRY
Döviz Çevirici
TRY
USD
EUR
Hesapla

Gelecek 25 yıl

27 Aralık 2015 | 10:16
Son Güncellenme: 27 Ekim 2022 | 08:09
Gelecek 25 yıl
Ekonomist’in 25’inci yılında, iş dünyasının 25 liderinden geçmiş 25 yılın değerlendirmesini ve gelecek 25 yılın neler getireceğine ilişkin öngörülerini aldık. Kimisi bizzat yazı yazdı, kimisi arkadaşlarımızın sorularını yanıtladı. Sonuçta ortaya sanayiden ihracata, hayırseverlikten sürdürülebilirliğe, kadının iş dünyasına katılımından sivil toplumkuruluşlarına kadar çeşitli konularda, önemli görüş ve öneriler çıktı.

Kaliteden asla taviz vermeyin
Şarık Tara ve Sadi Gülçelik’in enişte-kayınbirader kelimelerinin kısaltmasıyla kurdukları Enka, Türkiye’nin yurtdışına açılan ilk müteahhitlik şirketlerinden biri. Yurtdışında geçen 43 yıllık zamanda 43 ayrı ülkede proje geliştiren Enka’nın Onursal Başkanı Şarık Tara, müteahhitlik sektörüne rehber olacak bir yazı kaleme aldı. Tara, bu alanda iş yapacaklara başarının sırlarını anlattı.

Enka olarak sektörün yurtdışına açılmasına öncülük ettik. Yurtiçinde sıradan inşaatlar yerine, özel teknik ve beceri gerektiren işlere yönelerek rekabet gücü kazanmaya ve piyasada farklı bir konum edinmeye itina gösterdik. Yabancılarla çalışma deneyimini önce Türkiye’de yaptığımız çeşitli işbirlikleri ve ortaklıklarla kazandık, uluslararası nitelikte şartname ve iş planı hazırlamayı öğrendik. Yurtdışında önce yabancı şirketlerin taşeronu, ardından ortağı olarak çalışmaya başladık. İlk işimiz Libya'daydı, sonra Ortadoğu ülkelerinde çalışmaya başladık. Bu inşaatların neticesinde edinilen imkanlar ve tecrübeler kendi başımıza iş yapabilecek kabiliyette olduğumuzu da bize gösterdi.

İHRACATA DA YOL AÇTIK
Bunu başaran ilk Türk inşaat firmasıydık artık. Yurtdışında iş almak Enka’nın düşüncesini tümüyle değiştirdi. Uluslararası piyasalarda nasıl rekabet edilebilir, nasıl iyi iş yapılır, kalite nedir? Bunları öğrendik. Bizim gidişatımızı, o ilk taşeronluk işi belirledi. İnşaatı hepimiz yurtdışında öğrendik. Biz Libya’da faaliyete başladıktan sonra, neden bu ülkeye mal satmıyoruz diye kafa yormaya başladık ve hemen bazı girişimlerde bulunduk. Kısa zamanda her şeyi satar hale geldik. Libya da bizlere, Türklere bağrını açtı. İhracatımız büyük rakamlara ulaştı. Yani taahhüt sektörü ihracatın artmasına da büyük katkı sağladı. Gittiğimiz her ülkede böyle oldu.

LİBYA’DA BÜYÜK İŞLER YAPTIK
Uluslararası müteahhitliğin bazı kuralları vardır, onları bilmezsenizmüteahhitlik yapamazsınız. Nitekim bugün Almanya’da 10 binlerce müteahhit firma vardır ama uluslararasımüteahhit firmaların sayısı 20’yi geçmez. ‘Müteahhitim’ diye Libya’ya gidenler bize çok şey kaybettirdi ama bazı şeyler de kazandırdı. Bütün bu olumsuzluklara, düzensizliklere rağmen Türk müteahhitleri Libya’da büyük işler yaptı. Çok sayıda Türk işçisi gitti, orada çalıştı. Dünyanın malzemesi taşındı. Böylece yurtdışında iş yapmayı öğrenen müteahhitlerimiz önce Ortadoğu ülkelerinde ardından Sovyetler Birliği ve SSCB’nin dağılmasını takiben Bağımsız Devletler Topluluğu’nda önemli projelere imza attılar. Günümüzde, Türkiye ‘Dünyanın en büyük 250müteahhidi’ listesinde 43 firmayla Çin’in ardından ikinci sırada yer alıyor. Bu büyük bir başarıdır.

YENİ PAZARLARA AÇILMALIYIZ
Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin yeni pazarlara açılması lazım. Bizim önemli pazarlarımız olan Libya ve Irak’ta durum malum. Siyasi gelişmelerin neden olduğu kargaşa, belirsizlikler bu ülkelerde iş yapmayı engelliyor. Rusya ile yaşanmakta olan gerilimin kısa dönemde yeni işler alınmasını zorlaştıracağını düşünüyorum. Bu dönemdemümkün olabilecek yeni, eski her pazardaki imkanları değerlendirmek gerekir. Afrika ülkeleri, Körfez ülkeleri, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkeleriyle, Rusya dışındaki BağımsızDevletler Topluluğu ülkeleri ve Hindistan, Pakistan gibi Asya ülkelerindeki imkanlar değerlendirilmelidir. Ancak özellikle Afrika ülkeleri gibi yeni pazarlara girerken öncü firmaların ülkelerini ve sektörlerini temsil ettiklerinin bilincinde olmaları gerekir. Kısa vadeli hesaplarla kaliteden taviz vermek veya işi yarımbırakmak kendi başarısızlıklarına neden olduğu gibi kötü örnek olarak tüm ülke firmalarını olumsuz etkilemektedir.

Başarının 5 sırrı
1- Üstlendiğiniz işi zamanında hatta zamanından önce bitirin,
2- Teknolojinizi dünya seviyesine çıkarın ve kaliteden taviz vermeyin,
3- Hükümet desteğini yanınıza alın,
4- Ortaklıklar kurun, ortaklık kültürünü iyi hazmedin,
5- Yardım istemekten ve yardım etmekten çekinmeyin.

gelecek-25-yil-2
TEKNOLOJİYİ İZLEYİN

Şimdiye kadar yeterince değerlendirilmemiş Afrika ülkelerinde büyüme olabilir. Siyasi istikrarsızlıkların son bulmasıyla, ki en büyük temennim kısa sürede bölgeye barış ve huzurun gelmesi, yineOrtadoğu ülkeleri ve tabii ki Rusya’da büyüme mümkün olacaktır. Türkiye’de uzun süre taahhüt sektöründe faaliyette bulunmak her firmaya nasip olmuyor. Bunun belirli kıstasları var. Bunlara uymazsanız kısa sürede kaybolup gidersiniz. Zira taahhüt sektörü kılıç üzerinde yürümek gibi bir şey. Bir anda sağa veya sola yıkılabilirsiniz. Hele hele Türkiye’de taahhüt sektöründe iş yapmak deveye hendek atlatmak gibi bir şey. İş sahibinin mutlaka işin başında olması gerekir. İşi iyi takip etmek gerekir. Büyük taahhütlerin altına giriyorsunuz ve kaçağı, suiistimali bol olan bir işle uğraşıyorsunuz. Tasarruf tedbirlerine de dikkat etmek gerekir. Ama en önemlisi sürekli teknolojiyi yenilemek. Yeni pazarlarda başarılı olmanın temel şartının kendi teknolojimizi dünya seviyesine çıkarmak olduğu unutulmamalıdır. Enka bunu başarmıştır. Bu yapıldığında her yerde başarılı oluruz. Biz birbirinden çok farklı ülkelerde çalıştık. Çalıştığımız her ülkede, her zaman en iyi işi yapmaya çalıştık. Aynı zamanda barış ve dostluğa katkımız olsun istedik. Eskiden Fransızlar Türkiye'de iş yaparken "bon pour l'orient" (Doğu için yeterli) derlermiş. Biz hiçbir yerde bunu yapmadık.

ORTAKLIK KÜLTÜRÜNÜ BİLİN
Dürüst olacaksınız. Dürüst olmak bir fazilet değil, herkesin olması gereken bir hal. Çalışkan olacaksınız ve en iyisini yapacaksınız ama iş hayatında her şeyden önce dürüst olacaksınız. Hatta bulunduğunuz ortamda iyiden daha iyisini yapacaksınız. Başkalarının fikirlerine hürmet edeceksiniz. Yardım etmek kolaydır, yardım istemek zordur. Bilenden yardım isteyeceksiniz, ancak siz de yardım edeceksiniz. Gerektiğinde, tamamlayıcılık açısından size ve karşı tarafa katkı sağlayacak ortaklıklar kuracaksınız.Ortağını seçene kadar her türlü incelemeyi yapacaksın ama seçtin mi artık kendin gibi bileceksin. Ortakların menfaati yalnız ve yalnız ortaklıktan gelir, bu ilkeden ayrılmayacaksın. Şayet bir ortaklık içinde bir taraf ilave menfaat temin ediyorsa, o ortaklık yürümez. Bütün bunlara dikkat ederek çok çalışınca ikincilikten birinciliğe geçmek mümkün olabilir. Ama sadece bunlar yetmez, siyasi konjonktür ve devlet desteği de çok önemli. Rakiplerinizin arkalarında hükümetlerinin desteğiyle başarılı olduğu bir coğrafyada, sizin bu destek olmadan daha başarılı olmanız beklenemez.

HAYALLERİMDEKİ TÜRKİYE
Her zaman Türkiye ne kadar dışarıya açılırsa, ekonomisi dünya ekonomisiyle bütünleşirse, bunlara yönelik düzenlemeleri yaparsa, Türkiye'nin önü o kadar açılır ve ülkede demokrasi ve hukuk devleti yerleşir diye düşündüm. Demokrasiyi istiyoruz. Demokrasinin şartı olan bir ekonomi sistemi var, o da serbest piyasa ekonomisi. Bu amaçla hem ben uluslararası olmak için çalıştım, hem de şirketimi ve ülkemi uluslararası yapmak için elimden geleni yaptım. Önümüzdeki yıllarda komşularıyla sorunlarını aşmış, her alanda iyi ilişkiler sürdüren, ekonomik işbirliğini en üst düzeye taşımış, içeride de barışı ve huzuru sağlamış bir Türkiye hayal ediyorum. Bir diğer deyişle Atatürk'ün söylediği gibi "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesini hayata geçirmiş bir Türkiye. Etnik kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşların her alanda eşit hak ve görevlere sahip olduğu, tüm vatandaşların diline, inancına, kültürüne, değerlerine, yaşam tarzına, farklılıklarına saygı gösteren, bilimsel çalışmalarda lider, teknoloji üreten, katma değeri yüksek ürünlerde uzmanlaşmış, dünya ekonomisiyle bütünleşmiş ve sosyal adaleti sağlamış bir Türkiye hayalim. Her zaman mükemmeli arzu etmek başarının en önemli sırrıdır.


En değerli yatırım insana yapılandır
Fiba Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Özyeğin, ‘Girişimci’ kimliğinin yanı sıra sosyal yardım faaliyetlerine getirdiği kurumsal yaklaşımlar ile de adından övgüyle söz ettirir. Kendisinin ve eşinin kurduğu vakıflar, bu alanda Türkiye’de çok önemli hizmetler yürütüyor. Özyeğin, Ekonomist’in 25’inci yıl sayısına, hayırseverlik ve sosyal yardım konularına bakışını ortaya koyan bir değerlendirme yazısı ile katkıda bulundu.

Aslında Türkiye’de hayırseverlik ve yardımlaşma her zaman vardı ama daha kişisel bir şekilde gerçekleşiyordu. Az veya çok bir birikimi, varlığı olan insanlar bunu mutlaka öncelikle yakın akrabalarıyla, hemşerileri veya yakın çevresiyle paylaşıyordu. Son yıllarda dünyadaki trendlere paralel olarak Türkiye’de sosyal sorumluluk kavramı daha kurumsal bir hal aldı. Yurtdışında özellikle halka açık olan şirketler müşterilerinin ve paydaşlarının bu yönde taleplerine cevap vermeye başladı. Şirketler, sermaye sahiplerine maddi olarak kazanç sağlamanın tek başarı kriteri olmadığına inanıp, şirketlerin de toplum içinde farklı sorumlulukları olduğunu düşünmeye başladılar. Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler gibi oluşumlar, Sürdürülebilirlik Raporları de bunları takip etti. Bugün tüm büyük şirketlerin bir sosyal sorumluluk vizyonu var ve hatta birçoğu kurumsal iletişimlerini bu projeler üzerinden yapıyorlar. Yapılanlar çok güzel ama elbette yeterli değil, Türkiye’de hatta dünyanın her yerinde o kadar çok ihtiyaç var ki, mutlaka bir yerinden tutmamız gerekiyor.

YENİ NESİL HAYIRSEVERLİK
Ben de birçok insan gibi ilk çalışmaya başladığım günlerde maddi ihtiyacı olan başarılı öğrencilere burs vererek hayır işlerine başladım. Ama zaman içinde daha fazlasını yapmak istediğimi anladım ve Finansbank’ı kurduktan iki yıl sonra o zamanki adı ile Finans Vakfı’nı kurdum. Böylece burslarımızı daha kurumsal bir çatı altında vermeye başladık. Yıllar içinde sayıları 10 binleri geçti. Ben bu çalışmalara da yatırım gibi bakıyorum ve o nedenle adına “sosyal yatırımlar” diyoruz. Çünkü yapılacak en değerli yatırımın insana yapılan yatırım olduğuna inanıyorum. Burslarımız çoğaldı ve yıllar içinde okul yapımı, yurt yapımı ile devam ettik. Benim için en önemli konu olan eğitim ve sosyal yatırımlarımın en büyük bölümünü eğitim oluşturuyor.

1 MİLYON İNSANA DOKUNDU
Eşim Ayşen Özyeğin’in kurduğu Anne Çocuk Eğitim Vakfı ile biz binaların ötesinde, toplumun bireylerine, özellikle okul öncesi yaş çocuklarına eğitim programları ile ulaşmaya başladık. Anne babaları eğitiyoruz. Çünkü anne babalar çocuklarını iyi şekilde yetiştirirlerse, onlara eşit fırsatlar sunarlarsa, toplumun yapı taşlarının güçleneceğine inanıyoruz. Bugün yaklaşık 1 milyon kişiye doğrudan etki etmenin gururunu yaşıyoruz. ‘Yeni Nesil Hayırseverlik’ daha farklı, bir kere daha bilinçliler. Çok daha fazla bilgiye sahipler, data ile haşır neşirler, duygularını bilimle bilgi ile harmanlıyorlar. Oğlum Murat ve kızım Ayşecan’ın da yeni neslin temsilcileri olarak sosyal çalışmalara en az benim kadar ilgi göstermeleri beni çok mutlu ediyor. Bizim kurduğumuz kurumlarda aktif olarak yer almamın yanı sıra kendi ilgi alanlarına giren konularda da çalışıyorlar. Murat, Endeavor Derneği’nin başkanı olarak girişimcilik konusuna uzman derecede hakim ve ekosistemin güçlenmesi için ciddi zaman harcıyor. Ayşecan, özellikle sosyal işletme modellerine ilgi gösteriyor ve sosyal girişimcileri destekliyor.

gelecek-25-yil-3ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ
En önemli yatırımım Özyeğin Üniversitesi olmuştur. Sekiz yıl önce üniversiteyi kurduğumda amacım benden sonra nesiller boyunca devam edecek ve güçlenecek nitelikli bir yükseköğretim kurumunu kurmak ve bu kurumun araştırmaları ve eğitimi ile Türkiye’nin beşeri sermayesini güçlendirmekti. Bugün yaklaşık 7 bin öğrenci ile bu hayalime yaklaşıyorum. Anadolu’nun her köşesinde bir hayırsever tarafından yapılan hayrat, okul, hastane görebilirsiniz. Bir doğal felaket olduğunda herkesin nasıl seferber olduğunu, Marmara depreminde, Van depreminde bizzat yaşadık. Capital’in yayınladığı Gönlü Zenginler listesi artık itibarımızın bir parçası olmaya başladı. Türkiye’de servetler geliştikçe bunu daha da fazla göreceğimize inanıyorum.

ÖĞRENCİLER BİTLİS'TE
Özyeğin Üniversitesi’nde biz bu duyarlılığı eğitimimizin, üniversite kültürümüzün bir parçası haline getirmek için ilk yıldan itibaren çalışmalar yapıyoruz. Derslerin içinde işleniyor, öğrenci kulüpleri kuruluyor ve öğrencileri özellikle vakıflarımızda gönüllü çalışmalar yapmaları için teşvik ediyoruz. Her yıl öğrencilerimizden birkaçı Bitlis’in Tatvan ilçesinde yürüttüğümüz kırsal kalkınma çalışmalarında yer alıyor. Ben sadece patronlara ve yöneticilere değil, Özyeğin Üniversitesi’nin öğrencilerine hatta liselerde yaptığım konuşmalarda dahi bu konuda öneride bulunmaya ve teşvik etmeye gayret ediyorum. Bu işin aslında yaşla veya varlıkla alakası olmadığına inanıyorum. Herkes imkanları doğrultusunda katkı yapabilir ve gönlü zenginliğini ortaya koyabilir. Burada önemli olan inandığımız ve fark yaratmak istediğimiz konuya odaklanmak. Çünkü o bizi sürükler ve katkılarımızın farkını gördükçe daha fazlasını yapmak için motive oluruz. Bazen vereceğimiz vakit, yapacağımız bir ziyaret, göstereceğimiz sevgi ve destek, paradan çok daha önemli olabiliyor. Yeter ki isteyelim.

Kadınların katılımı inovasyonu besler
Rakamlar giderek daha iyimser bir tabloyu ortaya koysa da Türkiye’de kadın iş dünyasında kendisini yeterince temsil edemiyor. Bu yöndeki olumlu gelişmeler iş dünyasının desteği ve girişimleriyle olacak hiç kuşkusuz. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, “Kadınların katılımı inovasyonu besler” diyor. Sabancı Topluluğu’nda kadın çalışan oranı yüzde 32’yi buluyor.

Bugün dünyada önlenemez ve dönüştürücü etkileri olabilecek temel trendlerin başında kadınların her alanda artan katılımı geliyor. Yapılan tüm araştırmalar kadına karar alma süreçlerinde rol veren organizasyonların daha başarılı olduğunu ortaya koyuyor. Kadınların üst yönetimde etkin olarak yer almasına fırsat veren şirketlerde; hem kurumsal hem de finansal performansta, kritik kararların kalitesinde, yaratıcılıkta, inovasyonda, etik davranışlarda olumlu artış yaşandığı görülüyor. Kadının eğitime ve ekonomiye katılımı yükselirken, hem yeniliği üreten hem de yeniliği talep eden olarak kadının rolü artıyor. Çeşitliliğe önem verme ve yönetme aslında aynı zamanda iş süreçlerine inovatif bir yaklaşım da getiriyor.

KADINLAR İNOVASYONU BESLER
Kadını iş süreçlerine dahil etmek, kurumların farklı bir bakış açısına sahip olmasını, daha yaratıcı olmasını ve sınırların ötesinde düşünebilme yeteneğini güçlendirmesini sağlıyor. Dolayısıyla kadınların katılımı sadece bir eşitlik konusu değil; aynı zamanda inovasyonu besleyen bir konu. İnovasyon gibi birçok alanda katma değer yaratma potansiyeline sahip kadınların iş hayatında varlığı ve etkin olması aslında işin başarısı açısından önemli bir unsur. Başarı odaklı organizasyonlar ve yöneticiler, kararlarında bu unsuru göz önüne almalılar. Kadınların iş gücüne katılımı, sadece kadınların hakkını teslim etmekle ilgili bir konu değil; aynı zamanda ekonomik büyümeyi de önemli ölçüde destekleyecek bir unsur.

Güler Sabancı’dan 5 saptama
1- Kadınların varlığı işin başarısını olumlu etkiler.
2- Kadınların işgücüne katılımı büyümeyi destekler.
3- Kadına karar rol veren organizasyonlar daha başarılı oluyor.
4- Fırsat eşitliği konusunda topluluk olarak öncü rol oynadık.
5- Kadınların iş yaşamına katılımı için yeni bir sosyal sorumluluk programı başlattık

RAKAMLARLA KADINLAR
Sabancı Holding olarak, kadının güçlendirilmesi, toplum içinde ve iş hayatında eşit şart ve fırsatlara sahip aktif bireyler olarak yer alması gerektiğine inanıyoruz. Uzun yıllardır cinsiyet eşitliğini, kadınların toplum ve iş hayatında eşit fırsatlara sahip olması gerektiğini vurguladık. Uluslararası ve ulusal platformlarda bu konuyu gündeme getirdik, öncü bir rol üstlendik. Sabancı Holding olarak, Türkiye’de Birleşmiş Milletler’in Kadını Güçlendirme İlkeleri’ni imzalayan ilk şirketiz. Ülkemizde kadınlarımızın iş hayatına katılımının ülkenin gelişimi ve refahı açısından çok önemli olduğuna inanıyoruz. Sabancı Topluluğu’nda 2014 verilerine göre kadın çalışan oranı yüzde 32’dir. Bu oran beyaz yakalı kadın çalışanlarımızda yüzde 38,5 seviyesinde. Topluluk şirketlerimizden Avivasa yüzde 65’lik oran ile en çok kadın çalışan şirketimiz olup, Avivasa’yı yüzde 50‘nin üzerinde kadın çalışan oranıyla Akbank takip ediyor.

KADIN ÇALIŞAN SAYISI ARTACAK
Sabancı Topluluğu’nun konuya yaklaşımını ortaya koyan önemli verilerden biri de şirketlerimizin üst düzey pozisyonlarında yer alan kadın yöneticilerimizin sayısı. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yaptığı çalışmaya göre OECD ülkelerindeki kadın genel müdür oranı yüzde 5 iken bu oran Türkiye’de yüzde 12 düzeyinde. Sabancı Topluluğu şirketlerine baktığımızda bu oranın yüzde 14 ile Türkiye ortalamasının üzerinde olduğunu görüyoruz. 2012 yılında topluluğumuzda aynı oranın yüzde 7 olduğunu göz önüne aldığımızda, son üç yılda önemli bir ilerleme kaydettik. Çabamız bu oranları çok daha yukarıya çekebilmek.

gelecek-25-yil-4YENİ PROJE GELİYOR
Bu yıl ayrıca ‘Sabancı Gönüllüleri’ adıyla bütün topluluk şirketlerimizi kapsayan yeni bir sosyal sorumluluk programı başlattık. Vakfımızın sahip olduğu birikimi çalışanlarımız aracılığıyla topluma aktarmak için bu programı hayata geçirdik. Bu program kapsamında ilk üç yıl içinde kadın konusuna odaklanacağız ve kadının güçlendirilmesi, iş hayatına katılımı ve iş hayatında eşit fırsatlarla donatılması gibi başlıklara, gönüllülerimizin çalışmaları ve online eğitimler aracılığıyla eğileceğiz.

Global marka olmak sürekli gayret ister
Türkiye’de marka kavramının en büyük temsilcilerinden olan Yıldız Holding, son yıllarda global marka yaratma konusunda da çok önemli mesafeler aldı. Daha çok satın almalar üzerine oluşturduğu stratejilerinin altında derin bir iş felsefesi de bulunuyor. Yıldız Holding Başkan Yardımcısı Ali Ülker, yerel ve küresel marka yolculuğuna ilişkin çok önemli ayrıntıları içeren bir yazı kaleme aldı.

Yıldız Holding’in ana iş kolu atıştırmalık. Kurulduğu günden bu yana bisküvi- çikolata-şekerleme şirket içinde ağırlığını korudu. Her ne kadar dikey entegrasyonu sağlamak adına farklı kategorilere giriş yaptıysak da odağımız hep aynı idi. Globalleşme stratejimizi de hep bu doğrultuda çizdik. Bizi küresel bir şirketten global bir oyuncuya dönüştüren ise 2014 Kasım ayında yaptığımız United Biscuits satın alması oldu. Güncel olarak dört kıtada, 4milyar tüketicinin yaşadığı bir coğrafyada faaliyet gösteriyoruz. Çalışan sayımız 49 bine, fabrika sayımız ise 14 ülkede 77’ye ulaştı. Bu kadar geniş bir operasyonda kilit olan noktalardan biri, ana stratejiniz ile varlık gösterdiğiniz tüm pazarların dinamiklerini iyi harmanlayabilmek. Malum her pazarın farklı talepleri var. Bizim şirket olarak en güçlü yönlerimizden bir tanesi bunları iyi okuyup hızlı yanıt verebilmek. Faaliyet gösterdiğimiz pazarlardaki iyi uygulamaları bir öğreti olarak görüp farklı platformlarımıza taşıyarak geliştirmek ise başarımıza katkı sağlayan bir diğer unsur. Doğru şirket yapısı aracılığıyla hızlı ve efektif hareket etme becerisini, üretim ve iş süreçlerinin hepsinde verimlilik politikası ile harmanlamak, yani işin genelinde operasyonel mükemmellik sağlamak ise globalleşme sürecinin en önemli adımlarından biri.

GLOBAL OLABİLME KOŞULLARI
Salt operasyonunuzu globalleştirmek tabii ki yeterli değil. Başarı ancak bu global yapıyı marka ve marka değerleri ile harmanladığınız zaman mümkün. Şirket olarak en büyük rekabet avantajlarımızdan biri sahip olduğumuz markalar. Ülker ve United Biscuits markaları ile Godiva, Yıldız Holding’in global arenada öne çıkan isimleri. Ülker aile adımız, ilk markamız. Manevi değeri malum. Ülker’i inşa etmek, mutlu anlar markası yapmak kolay iş değildi. Ama bir markanın toplum nezdinde nasıl bir kıymet ve neredeyse ortak ulusal bir değer olabildiğini Ülker ile bizzat gördük. Bu yaşadığımız tecrübe diğer markalarımız için de yol gösterici oldu. Marka inşa etmek kadar başarılı markaları geleceğe aktarmak da çok önemli. 71 yaşındaki Ülker olsun, 184 yaşındaki Carr’s, 165 yaşındaki Jacob’s, 123 yaşındaki McVitie’s ya da 90 yaşındaki Godiva olsun, Yıldız ailesinde ‘rüştünü’ ispat etmiş, köklü markalar yer alıyor. Elbette kuruluşlarındaki vaatleri ile bugünkü vaatleri birbirinden farklı. Vaatler değişebilir ama önemli olan vaadi tutmaktır.Markalarımızın hepsinde bunu yapıyoruz.

Ülker’den iş stratejileri
1- Globalleşmede önemli adımlardan biri işin genelinde operasyonel mükemmellik.
2- Markalarda vaatler değişebilir ama önemli olan vaadi tutmaktır.
3- Her bir pazarın dinamikleri farklı, tüketiciyi iyi tanıyın.
4- Ulaşılabilir olunmalı, yaygın dağıtım ağı oluşturulmalı.
5- Tüketiciler, inovasyon süreçlerine dahil edilmeli.

PAZARA YAKLAŞIM
Global marka olmak, global marka kalmak sürekli bir gayret gerektiriyor. Hangi sektörde olursanız olun, global arenada rekabet çetin. Stratejinizi iyi kurgulamanız, kendinizi güncel koşul ve beklentilere göre geliştirmeniz, adapte etmeniz gerekiyor. Bu anlamda, faaliyet gösterdiğiniz ülkeleri tanımak kritik öneme sahip. Her pazarın ayrı dinamikleri var. Her bir pazardaki tüketiciyi iyi analiz etmek ve doğru içgörü ve ihtiyaca dayalı ürün ve hizmet sunmak önemli. Farklı coğrafyalarda farklı tüketici talepleri ve tüketim okazyonlarına hitap edecek bir portföy çeşitliliğine sahip olmak kadar, bu ürünleri hem satış noktası anlamında hem de iletişim anlamında tüketici nezdinde ‘ulaşılabilir’ kılmak çok kritik. Bu anlamda şirket olarak, faaliyet gösterdiğimiz tüm ülkelerde yaygın bir dağıtım ağı ile ürünleri rafa koymayı ve doğru iletişimve pazarlama yöntemleri ile desteklemeyi en önemli önceliklerimiz arasında görüyoruz.

gelecek-25-yil-5MERKEZİMİZDE İNOVASYON VAR
Pazarı ve tüketiciyi iyi tanıma, operasyonel verimlilik ve geniş dağıtımağının yanı sıra global arenada rekabet avantajı sağlayan unsurlardan bir tanesi de inovasyon. Biz de, atıştırmalık alanında global bir oyuncu olarak yolumuza devam ederken faaliyetlerimizin merkezine inovasyonu koyuyoruz. Türkiye’de bulunan ve ‘geleceğe yatırım’ yaptığımız şirketimiz Northstar dahil olmak üzere, dünya genelinde 24 lokasyonda AR-GE gruplarımız çeşitli çalışmalar yürütüyor. Açık inovasyon anlayışı ile süreçlerimize tüketicilerimizi dahil etmeye özen gösteriyor, bu alanda yatırım yapıyoruz. 2012 yılında kurduğumuz Duyusal Analiz Laboratuvarı’nda bu alanda en gelişmişmetotları uygulayarak, o günden bu yana 700’den fazla ürün için sadece Türkiye’de 111 bini aşkın tüketicimizi dinledik. Onlardan aldığımız geri bildirimlerle ürünlerimizi geliştirdik. Geçtiğimiz yıl sadece ana faaliyet alanımız olan atıştırmalık kapsamında 200’ü aşkın ürün geliştirdik. Bu yeni ürünlerin cirosu atıştırmalık kategorisinin toplam cirosunun yüzde 10’una, toplam Yıldız Holding cirosunun ise yüzde 5’ine tekabül ediyor.

ÇOK PAYDAŞLI ORTAK KÜLTÜR
Global marka olmakta bir diğer önemli nokta ise tüm çalışanların, yani o markanın tüm ‘temsilciler’inin tek bir vizyon ve kültür altında toplanması. Yıldız Holding’te 73 farklı milletten inyasan çalışıyor. Özellikle United Biscuits aramıza katıldığından beri en önemli gündem maddelerimizden biri ortak şirket kültürünü pekiştirmek. Bunu başarabilmek için sadece operasyonel anlamda değil kültürel anlamda da sinerji oluşturabilmek, ortak akıl ve çeşitlilikten doğan başarı anlayışını tüm şirket geneline yaymak büyük önemtaşıyor. Biz de tümçalışanlarımız ile birlikte ortak vizyonumuz doğrultusunda kurumsal kültürümüzü bu yönde daha da geliştirmek için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Günümüzde, bir şirketi geleceğe taşıyan, lider yapan en önemli etken o şirketin çalışanları. Yetenek yönetimi bu anlamda önceliklendirdiğimiz konulardan bir tanesi. Global stratejilerimiz doğrultusunda, farklı iş birimlerindeki deneyim ve know-how’ı organizasyon içinde yaygınlaştırmak ve çalışanlarımıza çeşitli gelişim fırsatları sunmak ise gelecekteki liderlerimizi şirket içerisinden yetiştirmek adına yatırım yaptığımız alanlar.

HANGİ STRATEJİLER ÖNE ÇIKTI?
Türkiye, oldukça kompleks ve zengin bir pazar. Ülkemiz özellikle son yıllarda dünyaya daha da entegre oldu. İhracat kadar ithalat da kolaylaştı. Dış ticaret kritik öneme geldi. Bu dengeler paralelinde bizim de stratejimiz yerine göre değişti. Örneğin, önceleri satış ve dağıtım önemliyken yıllar içinde bunun yanına pazarlama, marka olma, mağazacılık gibi öğeler eklendi. Biz de onlara göre kendimizi adapte ettik. Böylesi dinamik ve çeşitli bir pazarda edinilen tecrübeler, yeni pazarlara açılmak ve globalleşmek adına kritik önem taşıyor. Globalleşmek için istikrarlı bir teşhir planına yatırım yapmak ise şart. Bu bağlamda, Turquality Projesi, hükümetimizin sunduğu destek ve teşviklerin etkisi ile yerel markalara, global pazarlarda ilerlemek, rekabet avantajı kazanmak adına önemli fırsatlar sunuyor. Gelecek dönemde çok daha fazla şirketimizin global bir değer olarak anılacağına, başarımızın katlanarak devam edeceğine inancım tam.

Yatırımda üç sektörün liderliği devam edecek
Türkiye’nin yurtdışındaki en büyük sanayicilerinden olan Anadolu Grubu’nun 19 ülkede yatırımları bulunuyor. İş yaşamında 65 yılı geride bırakan Anadolu Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, yurtdışında yatırım yapmaya dönük önerilerini Ekonomist için kaleme aldı. Özilhan, “Öne çıkacak sanayi yatırımları enerji, inşaat ve otomotiv sektörlerinde yaşanacak” diyor.

Yurtdışında girişimyapma konusunda birtakım öneriler vermek gerekirse, öncelikle günümüz dünyasında küresel gerçeklerle uyum içinde olabilmenin son derece önemli olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle tüm yatırımcıların dünya dinamiklerini dikkatle takip etmeleri ve stratejilerini bu gelişmeler ışığında oluşturmaları gerektiğine inanıyorum.Dünyayı yakından takip ederek ancak yeni yatırım fırsatlarını belirleyebilirsiniz. Özellikle yakın coğrafyamızda Anadolu Grubu gibi uzun yıllardır başarıyla faaliyetlerini yürütmekte olan büyük grupların bulundukları ülkelere katkılarını da düşünerek, Türk yatırımcılara olumlu yaklaşıldığını ve başarı odaklı çalışma anlayışı algımızın olduğunu düşünüyorum.

ÖNE ÇIKACAK SEKTÖRLER
Bu doğrultuda öne çıkacak sanayi yatırımları konusunda bugüne bakmak gerekir. Enerji, inşaat, otomotiv gibi sektörler her zaman büyük ekonomilerinin dinamosu konumunda oldu. Yakın gelecekte de bu sektörlerin öneminin devam edeceğini düşünüyorum. Küresel göstergeler de bu yöne işaret ediyor. Bununla birlikte dünyada yaşanan dijitalleşme sürecinin sanayiye de yansımalarını görüyoruz. Hangi sektöre olursa olsun, sanayicilerin bundan böyle yapacakları yatırımlarında dijitalleşme konusunu dikkate alarak çalışmaları gerekiyor. Bugüne bakıldığında ise ülkemiz ve dünya için oldukça zor geçen bir yılı geride bırakıyoruz. 2015 yılı, döviz kurundaki dalgalanmalar, ithalat ve ihracatta yaşanan zorluklarla birlikte düşük büyüme verilerinin tüm dünyada gözlemlendiği bir yıl oldu. Gelişmiş ülkelerde büyümenin zayıflığı bir yana, bu kez dünya ekonomisinin lokomotifi olan gelişmekte olan ülkelerin de hızla yavaşladıklarını gördük. Bu ülkelerden Rusya ve Brezilya resesyonda, Çin’de ise büyüme hızı neredeyse yarıya düşüyor. IMF, 2000-2007 döneminde ortalama yüzde 10,5 büyüyen Çin’in önümüzdeki üç yılda sadece yüzde 6,1 büyüyeceğini öngörüyor. Türkiye ile yakın komşularımız arasındaki ilişkiler de gündemden etkileniyor.

Başarının 5 koşulu
1- En büyük gücün, sahip olduğunuz nitelikli insan kaynağı olduğunu unutmayın.
2- İnovasyona yönelik çalışmalarınızı artırın.
3- Hangi sektöre olursa olsun, yapacağınız yatırımlarda dijitalleşmeyi göz ardı etmeyin.
4- Küresel gerçeklerle uyum içinde olun ve verimliliğe odaklanın.
5- Dünya dinamiklerini dikkatle takip edip stratejilerinizi bu gelişmeler ışığında oluşturun.

VERİMLİLİĞE ODAKLANACAĞIZ
Böyle bir ortamda önemli olan, doğru kararlar alabilmeyi sürdürebilmek, stratejiler belirleyebilmektir. AnadoluGrubu olarak 2015 yılında verimliliğe odaklanan bir yönetim anlayışını benimsedik. 2016 yılı için de verimliliğe odaklanacağız. Bildiğiniz üzere, Anadolu Grubu, 65 yıldır Anadolu’dan kazandıklarını öncelikle bu toprakların insanının faydasına kullanmayı kendisine misyon edinmiş bir gruptur. 90’lı yıllarda grup olarak başladığımız yurtdışı atılımımız, geniş bir coğrafyaya yayılan operasyonlarımızla, bugün 19 ülkede 85 şirket ve 61 üretim tesisimizle devam ediyor. Anadolu Grubu, yaklaşık 50 bin kişilik istihdamgücüne sahip. Türkiye’de kurulup çok uluslu olabilmeyi başarmış ender gruplardan birisiyiz. Grubumuz içinde 34 farklı uyruktan çalışanımız bulunuyor. Bu bizimfarklı coğrafyalarda işbirliği yapabilme yeteneğimizin gelişiminde, sektörlerinin en büyük oyuncularıyla gerçekleştirdiğimiz stratejik ortaklıklar önem arz ediyor. SABMiller, The Coca-Cola Company,McDonald’s, Faber-Castell, Isuzu, Kia, Lombardini,Honda, Cutrale ve Commercial Bank of Qatar gibi alanlarının en büyük, lider şirketleri ile uyum içinde çalışıyoruz. Grubumuzun her zaman odağında operasyonlarını yürüttüğü coğrafyalara değer katmak yatar. Topluma fayda sağlayan projelerin içinde yer alarak istihdam yaratıyoruz. Etik değerlerimizle, kurumumuzun köklü kültürüne sahip çıkarak, yurtdışında çalıştığımız kültürlerle ortak başarı alanlarımızda buluşmaya özen gösteriyoruz. Bu yaklaşımımızla da yurtdışı çalışmalarımızda verimli neticeler elde ediyoruz.

gelecek-25-yil-6

İNOVASYONA DEVAM
Her fırsatta altını çizdiğim gibi, Anadolu Grubu’nun en büyük gücü, sahip olduğu nitelikli insan kaynağıdır. Bu yıl AG Akademi dijital eğitim platformu ve Leader’s Touch liderlik gelişim programı ile çalışanlarımız yeni deneyim süreçlerinde yer aldılar. Önemsediğim konuların başında gelen inovasyon alanında bu yıl çalışanlarımız yoğun şekilde çalıştılar. 2015 yılında yurtiçi çalışanlarımızla başladığımız Bi-fikir İnovasyon programı ile grubumuzda yaratıcı fikirlerin çoğalmasını destekleyerek, kurum içinde inovasyon kültürünü günlük hayatımızın bir parçası haline getirmek için adım attık. Önümüzdeki yıllarda da inovasyon alanındaki çalışmalarımızı artırarak sürdüreceğiz. Önümüzdeki 10 yıllık bir projeksiyon oldukça fazla değişken barındırabilir içinde. Ancak, içinde bulunduğumuz coğrafyanın, kısa ve orta vadede halihazırda var olan cazibesini korumasını bekliyorum.

2015 YILINI İYİ GEÇİRDİK
2015 yılı, grup şirketlerimizin tamamı için önemli bir yıl olarak geride kaldı. Anadolu Efes, Migros ve Coca- Cola İçecek ile BIST Sürdürülebilirlik Endeksi’nde üç şirketiyle yer alan grup olduk. Anadolu Efes’in Gelecek Turizmde sürdürülebilir turizm destek fonuyla, Malatya’dan Safranbolu’ya Anadolu’ya değer katmayı bu sene de sürdürdük. Coca-Cola İçecek ile yurtdışındaki yatırımlarımıza devam ettik ve yeni yatırımlar gerçekleştirdik. Anadolu Grubu’nun en köklü markalarından olan Adel Kalemcilik, 2015 yılında yeni ve modern üretim tesisine taşındı. Bireysel araç kiralamada çok kısa sürede büyük başarıya imza atan Garenta, sektörünün ikincisi konumuna geldi. Çelik Motor, otomotiv sektörünün satış rekoru kırdığı 2015 yılında pazar payını en fazla artıran şirketler arasında yer aldı. Anadolu Isuzu, Isuzu Citiport ile Belçika’da düzenlenen Eurpoean Coach Week yarışmasında “Avrupa’nın En Konforlu ve Ergonomik Otobüsü” seçildi. Anadolu Efes Spor Kulübü, bu sene kuruluşunun 45’nci yılını kutladı. Anadolu Vakfı, başta eğitimcilerimizin gelişimlerine katma değer yaratmak için çalıştı ve “Değerli Öğretmenim” diyerek topluma değer katmayı ve sosyal fayda sağlamayı sürdürdü. Bu yıl 10’uncu yılını kutlayan Anadolu Sağlık Merkezi, Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan son raporda da, “Türkiye’nin en fazla yabancı hasta kabul eden hastanesi” olarak belirlendi.

Yeşil rekabet modeli işbirliğini de getirecek
Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, iş dünyasında ‘sürdürülebilirlik’ kavramına verdiği önemle tanınıyor. Başında bulunduğu Eczacıbaşı Holding’te bir dönüşüm hareketi başlatmış, bu konuda attığı adımlarda zaman içerisinde başarısını ortaya koymuştu. Eczacıbaşı, ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ konusundaki görüşleri ve önerileriyle 25’inci yıl sayımıza katkıda bulundu.

Sürdürülebilir Kalkınma kavramı ilk kez Brundtland Raporu’nun 1987 yılında yayınlanmasıyla hayatımıza girdi. Çevre politikalarının dönüm noktası kabul edilen 1992 yılındaki Rio Zirvesi’nin üzerinden de çeyrek asır geçti. Türkiye’de de sürdürülebilirlik politikalarının başlangıcı tüm dünyadakine paralel olarak aynı döneme denk gelir. Bu nedenle söz konusu dönemi değerlendirirken küresel boyutta yaşananlardan ya da ulaşılan sonuçlardan bağımsız bir değerlendirme yapmak gerçekçi olmaz. 1990’ların ekonomik çalkantılı dönemini geride bırakan Türkiye, büyüme hedefini adım adım uygulayarak dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında yer almayı başardı. Aynı dönemde artan sürdürülebilirlik bilinciyle çevre konusu her yaklaşımve strateji içerisine alınmaya başlandı. Çevre ve sürdürülebilirlik konularına kalkınma planlarında ve strateji belgelerinde yer verildi.

DÖNÜM NOKTASI: RİO ZİRVESİ
Belirlenen politika hedeflerine ulaşmak için sürdürülebilir kalkınma amacına hizmet eden yasal, kurumsal ve finansal düzenlemeler yapıldı. Ulusal düzenlemelerin yanı sıra Rio Zirvesi’nin ardından çeşitli uluslararası sözleşmeler imzalandı ve bu sözleşmelerin ulusalmevzuata aktarılması için gerekli düzenlemeler yapıldı. Sürdürülebilirlik alanında kamu, özel sektör ve sivil toplumdaki aktörler çeşitlendi. İş dünyasında Global Compact’i imzalayan kuruluşların sayısı arttı. Sürdürülebilir Kalkınma Derneği gibi bu konuya odaklanan sivil toplum kuruluşları bu çabalara katıldı. 2050 yılında sürdürülebilirlik hedefine yönelen bir dünya vizyonu oluşturmak amacıyla Dünya Sürdürülebilir Kalkınma İş Konseyi (WBSCD) tarafından hazırlanan ‘Vizyon 2050”den hareketle TÜ- SİAD tarafından ‘Vizyon 2050 – Türkiye’ raporu hazırlandı.

DÜŞÜK KARBON EKONOMİSİ
Türkiye’de iş dünyasının sürdürülebilirliğe katkıda bulunmak için hangi alanlara odaklanacağı sorusu ülkemizdeki kalkınma anlayışı ve ortamıyla da yakından ilgili. Düşük karbon ekonomisine dayalı bir paradigma değişikliği benimsenirse, iş dünyasında alınan kararlar da hiç kuşkusuz bu ortamdan olumlu etkilenecektir. Almanya gibi, gelişmiş ülke örneklerinin yanı sıra, Şili ve Fas gibi sıra dışı örnekler, ‘düşük karbon ekonomisi’ modeliyle büyüme alanında tüm dünya ülkelerine cesaret veriyor.Dünyadaki gelişmeler ülkemiz için de önemli bir fırsat yaratıyor. Türkiye de öncü ülkeler arasına katılabilir; biz de, ‘düşük karbon ekonomisi’ modeline odaklanarak kalkınmamızı hızlandırabiliriz.

KAÇ DÜNYA TÜKETECEĞİZ?
Kendimize ne kadar yol aldık diye sorabiliriz. Bugün tüketim taleplerimizi karşılayabilmemiz için 1,6 dünyaya ihtiyacımız var. Alışkanlıklarımızın olağan seyrinde devam etmesi durumunda 2050 yılında 2,3 dünya tüketiyor olacağız. Yalnızca çevresel değil, sosyal veriler itibariyle de dünyanın karnesinin çok parlak olmadığını söylemekmümkün. Dünya genelinde durumböyle olunca Türkiye için de farklı olduğunu söylemek zor. Gelecekte yapılması gerekenler konusunda geçmişe göre çok daha bilgili ve hazırlıklıyız. Elimizde bu konuda çok değerli kılavuzlar ve bunları hayata geçirmek üzere hazır kurumlar var.Gerekli finansman kaynağı da sağlanabildiği takdirde daha hızlı yol alınabileceğine inanıyorum. Bu kılavuzların belki de en önemlisi eylül ayı sonunda BMSürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde kabul edilen Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri. 2030 yılına kadar yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik, adaletsizlik ve iklim değişikliğiylemücadele etmek için belirlenen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi ve bu hedeflerin altında yer alan 169 alt hedef, sürdürülebilirliğin her alanında önemli bir yol haritası olacak.

gelecek-25-yil-7YEŞİL REKABET GELİYOR
Başka önemli bir kılavuz, aralık ayında gerçekleşen Paris Taraflar Konferansı’nın üzerinde tümülkelerin uzlaştığı taslak sonuç bildirgesi. Bundan sonra belirlenen hedeflere ulaşmak için yapılması gereken, sadece küresel ölçekte değil Türkiye’de de devlet, kamu, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin işbirliği ve eşgüdüm içinde söz konusu dokümanlarda yer alan stratejileri adım adım uygulamalarıdır. Artık iş dünyası için de yeni bir dönembaşlıyor. ‘Yeşil rekabet’ adını verdiğimiz yenimodel, ülkeleri ve şirketleri rekabetin yanında işbirliğine de teşvik edecek. Bu dönüşüm, devlet düzenlemeleri, piyasalar, tüketici tercihleri, girdilerin fiyatlandırılması, kâr ve zararın ölçümü gibi konularda da önemli değişiklikler getirecek. Eko-etiket ve yeşil etiket benzeri uygulamalar yaygınlaşacak, standartlar değişecek. Türkiye’de, özellikle dünyaya açık ticaret yapan marka ve kuruluşlar ticaretin yeni kurallarından daha çabuk etkilenecekler. Bunlara hazır olmalıyız.

Sürdürülebilirlik için 3 kritik öneri
1- Şirketler, sürdürülebilirlik hedefleri koymalı,
2- Toplumsal liderlerle işbirliği yapılmalı,
3- Düşük karbon ekonomisi yakından takip edilmeli.

İŞ DÜNYASI ÖNCÜ OLMALI
Sürdürülebilirliğin getirdiği yeni değer yaratma fırsatlarından etkin bir şekilde yararlanabilmek, ‘yönetişim yaklaşımları’nda da yenilikler gerektiriyor. Sürdürülebilirlik özü itibariyle uzun vadeli bir konu ve tamda bu nedenle öncelikle yönetim kurulunun sorumluluk alanına girdiğini söyleyebiliriz. Yönetim kurulu, kurumsal sürdürülebilirlik hedeflerinin kuruluşun stratejik kurgusunda yer aldığından emin olmalı ve kuruluşta sürdürülebilirlik değer süreçlerini destekleyecek bir kültür yaratılmasında öncülük yapmalı. İş dünyası, değişimi izlemekle yetinmek yerine, şirketlerin en iyi yaptığı şekilde, uygun maliyetlerle, bu dönüşüme öncülük edebilir. Bir yandan şirketlerimizi mevcut koşullar altında başarıyla yönetmeye devam ederken, bir yandan da siyasi ve toplumsal liderlerle yakın işbirliği içinde yeni sürdürülebilirlik koşullarının yönetilmesinde aktif rol alabiliriz.

En büyük mecra internet olacak
Medya, son 25 yılda en hızlı gelişme gösteren sektörlerden biri oldu. Özel radyolar, televizyonlar derken yarışa yakın zamanda büyük hızla internet de girdi. Hürriyet Gazetecilik Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’dan sektörün gelişimine ilişkin değerlendirmeler aldık. Sabancı, “Önümüzdeki 10 yılda internet en büyük mecra konumuna gelecek” diyor.

1990’lı yıllarda sektörün liberalleşmesi sonucu pazarda hızla artan rekabet ile çok sayıda medya kuruluşu ortaya çıktı. TV, gazete, dergi ve radyo sayılarının hızlı artışıylamedya hayatımızın daha büyük bir parçası haline gelmeye başladı. 90’ların sonunda hayatımıza giren internet medya tüketimini kökünden değiştirmeye başladı. Özellikle basılı medya okuru internet mecrasına kaymaya başladı. Sektör 2001 krizinde büyük yara aldı ve sonrasında hayatımıza giren yeni girişimciler ile medya sahipliği yeniden şekillendi. Reklam gelirleri 2002’den sonra hızlı büyüme gösterdi. Son 15 yılda toplam reklam gelirleri yaklaşık 10 kat büyüdü. Basılı medya reklam yatırımları küçülürken, en çok büyüme gösteren mecralar internet ve TV oldu.

gelecek-25-yil-8İNTERNET YÜKSELİYOR
Son beş yılda hızla artan internet penetrasyonu ile internet, mecra olarak çok hızlı bir yükselişe geçti. Bunda sosyal medya kullanımındaki hızlı artışın da payı büyük oldu. 2015 itibariyle Türkiye internet kullanıcılarının yüzde 90’ı Facebook kullanıyor. Sosyal medya internette en çok zaman geçirilen mecra haline geldi. Türkiye’de akıllı telefon sahipliği oranı yaklaşık yüzde 30’lara yükselmiş durumda ve mobil cihazlardan medya tüketiminin çok hızlı bir artış gösterdiğini görüyoruz. İnternetin çok hızlı yayılması ile dünyada medya tüketimi hiç olmadığı kadar yüksek boyutlara ulaştı. Günde ortalama 8 saatimiz, bir çeşit medya tüketimi ile geçiyor ve önümüzdeki 10 yılda bu süre daha da artacak. Akıllı telefonların artmasıyla insanlar artık sadece evlerinde değil her an her yerde medya tüketiyorlar. Önümüzdeki 10 yılda internet mecrası özellikle mobil cihazlarda daha da fazla büyüyecek ve açık ara en büyük mecra konumuna gelecek. İnternet tüketimi içerisinde sosyal medyanın payı giderek artacak.

DİJİTALLEŞMENİN ETKİSİ
Medya tüketiminde en hızlı yükselen trend dijital video tüketimi. Özellikle 25 yaş altı gençlerin TV yerine giderek internetten video izlemeyi tercih etmeye başladığını görüyoruz. Önümüzdeki yıllarda internetten video tüketimi TV izlenmelerinden ciddi pay çalacak. İnternet reklam gelirleri bazı gelişmiş ülkelerde TV reklam gelirlerini geçmek üzere. Türkiye’de de önümüzdeki 10 yılda internetin en büyük reklam mecrası olması bekleniyor. En hızlı gelir büyümesi online video ve mobil reklamcılıktan gelecek. Dijitalleşmeyle birlikte içerik ve dijital veri adetindeki hızlı artış ile tüketicilerin sonsuz seçenekler arasından seçim yapabilmesi için medyada kişiselleştirmenin önemi artacak. Bunların dışında sanal gerçeklik ve giyilebilir teknolojiler medya tüketim alışkanlıklarımızı tamamen değiştirebilecek.

Yeni başarı hikayeleri yazmamız gerekiyor
Geride bıraktığımız 25 yılın en karakteristik özelliklerinden biri iş dünyasının Anadolu’dan yükselen sesi oldu. ‘Anadolu Kaplanları’ tabirinin yapıldığı bu kesimin öncü gruplarının başında Kayseri merkezli Boydak Holding geliyor. Boydak Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Mustafa Boydak, Anadolu sermayesine dönük gelecek öngörülerini paylaştı.

Türkiye’de Anadolu sermaye hareketi, Rahmetli Turgut Özal’ın başbakan olmasıyla başlamıştır. Özal’ın 1987 yılında yeniden başbakan olmasıyla da gerçek anlamda Anadolu sermaye hareketi ve gelişimi hissedilmeye başlanmıştır.Özellikle 90’lı yılların yarısına gelindiğinde, sermayenin az da olsa Anadolu’da da hissedilmeye başlanmasının ardından, hepimizce malum olan süreçlerde bir miktar yavaşlama meydana geldi. Özellikle sermayenin kategorize edildiği dönemler halk nezdinde fazlaca rağbet görmedi. Bunun yanında büyüme ve gelişmeyi hazmedemeyen bazı kuruluşlarmaalesef bu dönemlerde konjonktürün de etkisiyle ya yok oldular veyamarjinal bir şekilde küçülmeyemaruz kaldılar. 2001 krizine geldiğimizde, varlıklarımızın neredeyse yarısını kaybetmiş ancak gelişmelerden ders alan bir özel sektör ve hanehalkı karşımızda idi.

gelecek-25-yil-9YENİ PENCERE AÇILDI
2001 yılından sonra Türkiye’de genel seçimlerin yapılmasıylamemleketin önünde yepyeni bir pencere açıldı.Gerçek manada Anadolu yükselişi 2002 yılından itibaren oluşmaya başladı. 2003- 2008 yılları arasında tarihi büyüme rekorlarından Anadolu şirketleri daha fazla pay almaya başladılar.Daha önceden sadece belli sektörlerde faaliyet gösteren Anadolu şirketleri, daha büyük iş alanlarına da girmeye başladılar. Sermaye piyasası araçlarını öğrenmeye başladılar. Bankacılık sektörü de risklerini dahamakul dağıtabilmek ve kalkınmaya destek amacıyla, Anadolu’nun farkına vardılar.Gelinen nokta gayet başarılıdır, ancak yeterli değildir. Sermayenin tabana daha fazla yayılması ve zenginliğin her bölgemizden hissedilmesi gerekiyor. Dolayısıyla yeni başarı hikayeleri yazmamız gerekiyor.

Boydak’tan Anadolu tespitleri
1- Anadolu’da yeni başarı öykülerine ihtiyaç var.
2- Tek başına Anadolu potansiyeli ile işleri yürütemeyiz.
3- Büyük şehirlerimizle işbirliği içerisinde olmalıyız.
4- Yıldız kentlerimizin sayısını artırmalıyız.

YILDIZ İLLER
Anadolu’daki yükseliş elbette devam edecek. Ancak sadece Anadolu potansiyeli ile bu işleri yürütemeyiz. İşbirliği anlayışı içerisinde büyük şehirlerimizle koordineli olarak gelirleri artırıp, Anadolu şirketlerini daha da büyüteceğiz. Özellikle üretim olanaklarının son derece cazip olabildiği kentlerimiz var. Kamunun kalkınma ve gelişme için sunduğu fırsatlar var. Bu fırsatları değerlendirdiğimizde, Anadolu’nun büyümesi ve milli hasıla içerisindeki payı artacaktır. Özellikle Anadolu kentlerinde rol modellik yapan gruplarımızın artmaya başladığını görmekteyiz. Bu örneklerin durağan kentlerimizi de harekete geçirmesiyle yükselişimiz devam edecektir. İç Anadolu, Ege, Akdeniz,Doğu veGüneydoğu, Karadeniz Bölgesi, Marmara’nın belli bölgeleri bu dönemde adres olabilir.Özellikle İzmir, Bursa, Kayseri, Konya, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Denizli, Aksaray, Samsun, Trabzon,Ordu, Manisa, Balıkesir, Eskişehir, Erzurum, Muğla, Çanakkale gibi kentlerimizin yükselişimizde rol alabilecekleri kanaatindeyim. Yıldız kentlerimizin sayısını da artırmak suretiyle Anadolu’nun yükselişini hızlandırmamız mümkün olabilecektir.

Mega limanların önünün açılması şart
Liman işletmeciliği, Türkiye’de son dönemde özel sektörün rüştünü ispatladığı sektörler arasında. Bu alandaki büyük şirketlerden biri ise Yılport. Yıldırım Group’un sahibi olduğu Yılport, yedi ülkede 20 liman işletiyor. Toplam kapasitesi açısından dünyanın en büyük 17’nci liman işletmecisi. Yıldırım Group Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Yıldırım, sektöre ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye'de liman işletmeciliğindeki son 25 yıldaki en büyük gelişmeler önce Lucian Arkas'ın yatırımı olan Marport Konteyner Terminali ile başladı ve özelleştirmelerle devam etti. Böylece devletin liman işletmeciliğinden çıkmasıyla sektör çok hareketlendi ve de yükselişe geçti. En kritik süreç mega projelerin hayata geçirilmesi için yatırımların önündeki bürokratik engellerin kaldırılmış olmasıdır. Diğer taraftan ise limancılıkta enflasyonun başlamış olmasıdır. Tabii ki bizimde YılPortmarkasıyla limancılıktaki yerimizi almamızla sektörün boyutu ve servisin çıtası çok yukarılara çıktı.Grup olarak zaman içerisinde vizyonumuzu global boyutlara çıkardık.

gelecek-25-yil-10LİMAN ENFLASYONU
Artık Türkiyemega gemileri yanaştıracak limanlar yapmaya başladı. Mesela YılPort (Gebze ve Gemlik terminalleri), Marport Ambarlı Terminali,DP World Yarımca Terminali, AsyaPort, PetLim Terminali bunlara birer örnektir. Bu limanlar dünyanın en büyük konteyner gemilerini elleçleyebilecek STS gantry vinçlerine sahiptir. Ancak devletin özel sektörün yapmak istediği mega terminallerin önünü açması gerekiyor. Gereksiz yere bürokrasiyle bu yatırımların ve istihdamların önünü kapamamak lazımdır. Limancılıkta önemli bölgelerde (İzmit Körfezi, Gemlik Körfezi, Nemrut Aliağa Körfezi ve İskenderun) enflasyon başlamış durumdadır. Bu durum limanlardaki tarifelerin dolar bazında hızla düşmesine neden olacaktır. Bu da sektöre sonradan giren yatırımcıların projelerini pek fizibıl yapmayacaktır. Yani bazı limanlarda atıl kapasite oluşacaktır. İleride birçok liman tekrar satılık olarak yatırımcılar veya bankalar tarafından pazara gelecektir. Bu nedenle devletin acilen birmaster plan hazırlaması gerekmektedir. Uygun fizibilite raporu olmayan limanlara gerekli izinler verilmemelidir. Bu, uzun dönemde limancılık sektörünün sağlıklı büyümesine yardımcı olacaktır. Yoksa bu güzel ve pahalı limanlar, bedavaya çalışıyor olacaklar. Hem de yüksek rekabetten dolayı ülkenin milli gelirinin düşüş göstermesine neden olacaklardır.

Neler Yapılmalı?
1- Devletin özel sektörün yapmak istediği mega terminallerin önünü açması gerekiyor.
2- Acilen bir master plan hazırlanmalı.
3- Uygun fizibilite raporu olmayan limanlara izin verilmemeli.

DÜNYADA BÜYÜK HEDEF
Yıldırım Grup, bu limancılık işinde global bir liderlik pozisyonuna YılPort adı altında soyunmuştur. Verimlilik ve servis bakımından Türkiye'de liderliğe ulaşmıştır. Şimdi hedefimiz 2025 yılına kadar dünyanın en büyük 10 global terminal operatörü arasında yer almaktır. Şu anda YılPort olarak yedi ülkede 20 adet terminale sahibiz. 2016 yılı itibariyle toplam konteyner elleçleme kapasitemiz 10 milyon TEU olup toplam 3,6 milyon TEU elleçledik. Bu da bizi Dünya Terminal Operatörleri Ligi'nde 17’nci yapmaktadır. Bu operasyonları başarılı bir şekilde yapabilmek için global bir ekip kurduk. Bu ekipte birçok ülkeden üst düzey yöneticiler bulunmaktadır. Limanlarımızı Türkiye'nin en modern ve verimli limanları haline getirdik.

Sanayideki dönüşüme ışık tutmayı sürdüreceğiz
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Türkiye’nin en etkin sivil toplum örgütlerinden biri. Geçmiş yıllarda olduğu gibi 2015 yılında da adından en çok söz ettiren sivil toplum kuruluşları arasında yer aldı. TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, geçmiş 25 yıllık süreci ve geleceğe dair sanayinin gelişimi için sunacakları katkıları Ekonomist’e değerlendirdi.

TÜSİAD kurulduğu günden bu yana, Türkiye’nin küresel rekabette öne geçmesi için çalışıyor. Çalışmalarımızı hem bir iş dünyası örgütü, hem de bir düşünce kuruluşu olma sorumluluğu ile çok geniş bir yelpazede sürdürüyoruz. Ekonomi politikalarından sosyal politikaya, demokratik standartlardan endüstriyel ilişkilere, eğitimden toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar uzanan çok sayıda stratejik öneme sahip konuyu üyelerimizin vizyonu ile ele alıyoruz. TÜSİAD son 25 yıl içinde de, her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin daha güçlü bir ekonomi ve demokrasi olma hedefine yönelik çalışmalar yaptı. Bu hedefe ulaşmak için çok önemli gördüğümüz AB’ye tam üyelik perspektifini çalışmalarımızınmerkezine aldık ve AB’ye ekonomik uyum ve demokratik standartların AB düzeyine yükseltilmesi alanında üstümüze düşen çalışmaları yaptık.

AVRUPA YOLUNDA ÇALIŞTIK
1987 yılında Avrupa özel sektörünün temsil kuruluşu BUSINESS EUROPE’a üye olan TÜSİAD, Türkiye’nin AB üyeliğine Avrupa iş dünyasının desteğini almak için çalıştı. AB kurumları ile kurulan sağlam ilişkiler ve Türkiye tanıtımına katkı ile sürece destek verdik. AB ile 2005 yılında müzakerelerin başlamasına giden süreçte TÜSİAD çok önemli bir rol oynadı.Sorumlu bir sivil toplum kuruluşu ve refah toplumu-demokratik standartlar ilişkisi bilinciyle, özellikle demokrasi alanında çok sayıda çalışma yaptık ve görüş açıkladık. Çalışmalarımızda ve söylemlerimizde hukuk devleti, özgürlük alanlarının genişletilmesi ve korunması konularındaki hassasiyetimizi koruduk.Brüksel,Washington, Berlin, Paris, Pekin ve en son olarak Londra’da açtığı temsilciliklerle uluslararası temsil gücümüzü artırdık. Yurtdışındaki muadil kuruluşlar, B20 inisiyatifi ve saygın düşünce kuruluşları ile ortaklıklar kurduk. Bu ortaklıklar ile Türk iş dünyasının hem Avrupa, hem de dünya genelinde en iyi şekilde temsil edilmesi yönünde çaba sarfettik; bu kurumların entelektüel kapasitesinden en iyi şekilde yararlanılması için çalışmalar yaptık.

Neler yapılmalı?
1- Genç işsizliğinin önüne geçmek için eğitim yoluyla vasıf uyumu sağlanması ve girişimciliğin özendirilmesine ihtiyaç var.
2- Küçük ve orta ölçekli şirketler ile girişimcilerin doğru araçlarla donatılması ve iyi iş fikirlerinin yenilikçi iş modellerine dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
3- Uzun zamandır ihmal edilen sanayi konusunu yeni bir yaklaşımla, dijital dönüşüme uygun olarak ele almamız şart.
4- 21’nci yüzyılda firmalarımızın uyum sağlamaya çalıştığı dijital dönüşüm bir seçenek değil, bir zorunluluk.

SİVİL TOPLUMA DESTEK
TÜSİAD geçtiğimiz 25 yıl içinde tüm Türkiye’de sivil toplumun gelişmesine de önemli bir destek verdi. Anadolu’da iş dünyasının güçlenmesi ve ülke sorunlarına eğilecek ve çözüm üretecek olgunluğa erişmesi hedefiyle çalışmalar yaptık. Türk Girişim ve İşdünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) aracılığı ile sürdürdüğümüz çalışmalar çerçevesinde Türkiye’nin birçok ilini düzenli olarak ziyaret ederek iş dünyasının sorunlarını ele aldık, örgütlenmelerine destek verdik. TÜSİAD kurumsal yönetim, sürdürülebilirlik, iş dünyasında kadın temsilinin artması, iklim değişikliği gibi iş dünyası için çok önemli alanlarda da sivil toplum kuruluşlarının ve platformların kurulmasına öncülük etti. Kurulan tüm derneklere hem idari, hem içerik bakımından katkı sağladık. Sivil toplum alanına verdiğimiz önemin yanı sıra Türkiye’de üniversitelerde üretilen değerin de iş dünyası tarafından daha verimli kullanılması için üniversitelerle işbirliği forumları oluşturduk. Türkiye’nin önemli eğitim kurumları ile rekabet, dış politika, bilgi toplumu ve ekonomik araştırmalar alanında işbirliği yapıyoruz.

gelecek-25-yil-11FARKINDALIĞI ARTIRACAK
TÜSİAD önümüzdeki 10 yıl içinde de Türkiye ekonomisinin küresel ölçekte rekabet gücünü artırarak gelişmiş bir sanayi altyapısına ulaşması yönünde çalışacak. 21’nci yüzyılda firmalarımızın uyum sağlamaya çalıştığı dijital dönüşüm bir seçenek değil, bir zorunluluk. Bu süreci ne kadar çabuk tamamlarsak rekabet gücümüz o derece artacak. Hızla dijitalleşen ve kuralları yeniden şekillenen küresel ekonomi yapısına, Türk iş dünyasının uyumu için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Uzun zamandır ihmal edilen sanayi konusunu yeni bir yaklaşımla, dijital dönüşüme uygun olarak ele almamız şart. Bu yeni yaklaşımın adı Sanayi 4.0. TÜSİ- AD olarak Sanayi 4.0 çalışmalarına ağırlık vererek sanayide dönüşümün bu önemli alanına katkı sağlayacağız. Yeni dünyanın yeni gereklerine uygun bir eğitim modelinin uygulanması için farkındalık yaratacağız. TÜSİAD olarak STEM, yani fen, matematik, teknoloji ve mühendislik eğitimini de ayrıca çok önemsiyoruz. Türkiye’nin geleceği bu yönde eğitim alan gençler tarafından şekillendirilecek. STEM eğitiminin önemine yönelik bir farkındalık çalışmasına önümüzdeki dönemde öncülük edeceğiz.

GİRİŞİMCİLİĞİ ÖZENDİRECEK
Türkiye nüfusunun yüzde 16,5’ini gençler oluşturuyor. TÜSİAD olarak gençlere dokunmayı ve gençlerden katkı almayı çok önemsiyoruz. Bu kapsamda TÜSİAD Gençlik Platformu’nu kurma çalışmalarını başlattık. Tümbölgelerimizde farklı üniversitelerden gelen gençlerle buluşuyoruz. Tüm çalışmalarımızdaki ortak hedef gençler ile TÜSİAD’ın daha fazla yakınlaşmasını sağlamak ve karşılıklı birbirimizi besleyeceğimiz fırsatları yaratmak. Yeni dönemde gençlere yönelik bu çalışmalara ağırlık vereceğiz. Gençlerin en önemli sorunlarından biri işsizlik. Genç işsizliğinin önüne geçmek için eğitim yoluyla vasıf uyumu sağlanması ve girişimciliğin özendirilmesine ihtiyaç var. Bu noktada özellikle girişimcilik konusunu çok önemsiyoruz. Girişimciliğin gençler arasında yaygınlaşması için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Türkiye’de girişimcilik ekosisteminin gelişmesi kapsamında KOBİ’leri de odağa alan çalışmalar yapacağız. Küçük ve orta ölçekli şirketler ile girişimcilerin doğru araçlarla donatılması ve iyi iş fikirlerinin, yenilikçi işmodellerine dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyoruz.

ÜNİVERSİTELERLE İŞBİRLİĞİ
KOBİ’lere ve girişimcilere verilecek destek ülkemize küresel rekabette daha güçlü bir konum kazandıracak. Bu amaçla KOBİ’lerin küresel rekabette yerini alması, üretkenlik seviyelerinin AB düzeyine ulaşması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. 45 yıldır olduğu gibi önümüzdeki 10 yıl içinde de gelişmeleri iyi analiz ederek, akademik tutarlılığı sürekli gözeterek, Türkiye’ye ve işdünyasına yön gösterme hedefimizle çalışmaya devam edeceğiz

“4-5 globalmarka çıkarmamız mümkün”
LC Waikiki, özellikle son 10 yılda gösterdiği performansla perakende sektörünün en önemli başarı öykülerinden biri haline geldi. Şirketin yaratıcılarından Vahap Küçük, giyim perakendesi sektörünü Ekonomist için değerlendirdi. Türkiye’nin 2023 hedefleri içinde 10 global marka yaratma hedefi olduğunu söyleyen Küçük, “Bunun 4-5 tanesinin giyim perakendesinden çıkmasını umuyoruz” diyor.

Talat Yeşiloğlu / tyesil@ekonomist.com.tr

Türkiye giyim perakendesinin en önemli oyuncularından biri LC Waikiki’dir. Hatta cirosal büyüklüğe bakacak olursak en büyüğü de diyebiliriz. Bu açıdan baktığımızda her AVM yönetimi LC Waikiki’yi işletmesinde görmek için büyük bir çaba harcar. LC Waikiki’nin yaratıcılarından Vahap Küçük de sektörün dinamiğini elinde en iyi tutan işadamlarından biri olarak tanınır. LC Waikiki Yönetim Kurulu Başkanı Vahap Küçük, sektörün geleceğine ilişkin sorularımıza şu yanıtları verdi:

Geçmiş 25 yıllık dönemde hazır giyim perakendecili¤inde büyümeye yol açan en önemli etkenleri nasıl sıralayabiliriz?
Türkiye 80’li yılların ortalarında hazır giyim ve tekstil üretimiyle tanıştı. O yıllarda serbest ekonominin başlamasıyla birlikte Türkiye özellikle Avrupa ülkelerine ihracat yaparak hazır giyim sektörüne ve tekstil sektörüne girdi. 1990’lı yılların başına gelindiğinde bazı hazır giyim üreticileri marka yatırımına başladı. Bu marka yatırımında ilk etapta bayilik kanalıyla yayılma politikası güdüldü. 90’ların ortasına, 2000’li yılların başına gelindiğinde AVM yatırımlarıyla perakendeciliğe geçilerek en büyük büyüme sağlandı.

Sektör bu süreç zarfında ne gibi kırılma dönemleri yaşadı?
Sektör bu dönemde genel bir büyüme süreci yaşadı. İlk etapta yerel markalarımız oluşmaya başladı. Daha sonra bölgesel markalarımız oluştu. Yurtdışına açıldılar. Artık tüm dünyada Türk perakende markalarını görmek mümkün. Bu süreçte olumsuzluklar yaşansa da birçok markamız bugünlere başarılı bir şekilde gelmeyi başardı.

Gelecek 25 yıllık süreçte sizce kaç tane Türk global hazır giyim markası görebileceğiz?
Türkiye’nin 2023 vizyonunda 10 tane global marka olma hedefi söz konusu. Biz bunlardan en az üç markanın hazır giyim markası olacağını ümit ediyoruz. Umuyoruz ki bu üç marka 4 - 5 markaya çıkar.

Hazır giyim perakende sektöründe önümüzdeki dönemde sermaye yapısında nasıl bir de¤iflim görebilece¤iz? Aile flirketleri yerine fonların ana sermayedar oldu¤u bir yapı olacak mı?
Birçok sektörde sermaye yetersizliği olduğu gibimaalesefmoda perakende sektöründe de sermaye yetersizliği söz konusu. Bazı markalarımız bu sermaye yetersizliğinin önüne yabancı fonlarla evlilik yaparak geçmekteler. Bazı firmalar için de önümüzdeki dönemde evliliklerin olacağını öngörüyorum. Aile şirketleri özellikle üçüncü jenerasyondan sonra kendilerini kurumsallaştıracak ciddi adımlar atmak zorundadırlar. Şayet işi usulüne göre yaparsanız şirketinizin yönetim yapısının nasıl olduğu çok da önemli değil. Biz LC Waikiki olarak öncelikle evrensel kalıcı değerlerimizi belirledik. Bu değerler bizim kurum kültürümüzü oluşturmaya katkı sağladı.

Sizce sektör için önümüzdeki dönemde hedef ülke ve bölgeler neresi olacak?
Sektör markalarımız yakın coğrafyada büyümeye başladılar. Önümüzdeki dönemde Asya ve Afrika ülkeleri ile Avrupa’nın bir kısmına gidileceğini öngörüyorum. Daha çok Asya ve Afrika ülkelerinde büyümeyi öngörüyorum.

Hayır giyim sektöründe ciro ve ma¤aza liderisiniz. Bu liderlik Avrupa ve dünyaya ne zaman ulaflacak? Hedef tarih nedir?
2023 yılında Türkiye’de 500, yurtdışında ise 1.000mağaza sayısına ulaşarak Avrupa’nın en başarılı üç moda perakende markasından biri olan bir LCWaikiki hayal ediyoruz. İleriye dönük hedeflerimizin başında 2023 vizyonumuza destek olacak şekilde e-ticaret kanalının payını artırarak yüzde 15 seviyesine çıkarmak var. 2023’te 10 milyar dolarlık ciro eşiğini yakalamayı ve 30’u aşkın ülkede faaliyet göstermeyi ümit ediyoruz.

Başarı için 4 kriter
1-Odak nokta tespit edilmeli, kararlı olunmalı.
2- Aile şirketleri mutlaka kurumsallaşmalı.
3- Kurum kültürü oluşturulmalı.
4- Büyüme için daha çok Asya ve Afrika’ya bakılmalı.

gelecek-25-yil-12


Yerel markaların başında genelde kurucu babalar, patronlar var. ikinci nesil yeni yeni görev alıyor. Önümüzdeki dönemde ikinci, üçüncü nesil gençler sizce Türk hazır giyim perakende markalarını nereye taşıyacak?
Bu süreç ikinci nesil için hem kolay hem zor. Birinci nesil bu markaları zor şartlarda büyüttü. Deneme yanılma yoluyla ve kıt imkanlarla bu durumlara geldiler. Ciddi bir tecrübe kazandılar. Bunun için hem kıymet bilir hem de temkinli adımlar atmak zorundalar. İkinci nesil hem daha eğitimli hem daha donanımlı; hazır yürümekte olan bir markayı veya şirketi yönetmekte. Eğer bu konuda sabırlı olmaz ve sebat etmezlerse, şirketin DNA’larına ters düşen kararlar alırlarsa, yeteri kadar işlerine odaklanmazlarsa zorluklar onları bekliyor. Ama bunun aksine ikinci nesil için daha kolay olduğunu söyleyebilirim.

Genç patronlara, patron adaylarına önerilerinizi alabilir miyiz?
Kendilerini nasıl yetiştirsinler?
Daha önce sık sık belirttiğim gibi, başarının yolu sabretmekten geçiyor. Öncelikle hedef belirlemek ve bu hedefi gerçeğe dönüştürecek doğru hesapları yapabilmek, potansiyelleri doğru kullanmak önemli. Öncelikle neye odaklandığınızı bilmeli, sonra da tüm konsantrasyonunuzu bu konuya verebilmelisiniz. Ama en önemlisi vazgeçmemek. Koşullar pek çok şeyi değiştirmenize neden olabilir. Buna uyum da sağlamalısınız. Bunu ancak kararlı olduğunuz durumda gerçekleştirebilirsiniz. Karar almak ve hedefe odaklanmak, başarının temel taşları bunlardır. İyi bir lider öncelikle vizyoner olmalı. Ayrıca her zaman adaletli, alçakgönüllü, sabırlı ve iradeli hareket etmelidir.

Afrika 20 yıl sonra büyük pazar olacak
Arkas Holding, Lucian Arkas’ın kaptanlığında dünya denizlerindeki hızını gittikçe artırıyor. Dünya gemi işletmeciliğinde en büyük 21’inci filoya sahip olan Arkas’ın yönetim kurulu başkanı Lucian Arkas, Ekonomist’e denizcilikteki gelişmeleri değerlendirdi. Dünya konteyner taşımacılığında tekelleşme riski olduğunu söyleyen Arkas, “Afrika 20 yıl sonra büyük pazar olacak” diyor.

25 yıl öncesine gittiğimiz zaman devletin ekonomideki ağırlığı çok fazlaydı. Hele hizmet sektöründe devlet tek tabancaydı. Uçak olsun, liman olsun veya gemicilikte, devletin baskın bir pozisyonu vardı. 1980’lerden sonra dış ticaretin büyümesiyle özel sektör biraz büyüdü ve para sahibi oldu. Büyüme, bazı sektörlere açılımı getirdi. İlk özel limanı biz 1990’larda açtık. Ambarlı’dakiMarport, özel sektör için prototip oldu. Liman işletmeciliği, -İzmir Limanı hariç- modernleşti. İkincisi, Denizcilik, Deniz Yolları, Denizcilik Bankası yok oldu. Eskiden kitle taşımacılığını denizde devlet, havada da THY yapardı. Özel sektör konteyner taşımacılığı işine girdi. Zaten dünyada hiçbir devletin filosu konteynerde tutunamadı. Buradaki istisna Çinliler. Onlar da kendi güçleriyle yaşayabiliyorlar. Bizde havalimanları hala devletin. Özel sektör, uçağı kadar havalimanı yapar veya limanı kadar uçak alır. Çünkü bilir ki öyle yapmazsa kendi kendisini tıkar. Tıkandığı için de Üçüncü Havaalanı yapılıyor. Daha fazla insan uçmak istiyor, işin sadece uçak kısmını görüp, altyapı kısmını görmemek olmuyor. Özel sektörde olunca daha rasyonel düşünmek zorundasınız. Ben kendimi korudum, sen kendini korudun, herkes kapısını kapattı gitti. Sonuçta bugün paranın değeri düştü, ihracat yükselmiyor. Eskiden böyle değildi. Devalüasyon yapıldığı an ihracat patlardı. Şimdi alıcı yok. İstersen bedava ver, “İhtiyacımyok” diyor. İşte bu kriz, aşırı tüketimin yanlış olduğunu -ki dünyada aşırı tüketim vardı bu bir gerçek- düşündürünce, bu sefer o kadar çok kısıyorlar ki tüketimi, bu sefer bütün dünya ticareti daralıyor.

TEKEL RİSK VAR!
Daralmanın sonuçları bizim sektöre de yansıdı. Satın almalar, birleşmeler oldu. Güçlü olan küçüğü satın aldı veya iki orta boy birleşti. Düşünün ki bugün Çin gibi bir devde, iki tane büyük konteyner şirketi vardı. Cosco ve China Shipping gibi iki dev birleşmek durumunda kaldı. Konteyner ticaretinin yüzde 80’i 20 şirketin elindedir. Sayı her yıl değişiyor. Çünkü her 3-5 ayda bir satın alma veya birleşme oluyor. Serbest rekabet niyetine o kadar kontrolsüz bıraktılar ki fiyatlandırmayı, insanlar bu sefer zarar etmeye başladı. O kadar çok zarar ettiler ki, birleşmeler başladı. Birleşmeler o kadar çok olacak ki, bu kez tekele dönüşecek. Çünkü çeşitliliği yok ettiler. Dünyanın tekelleşmeye doğru gittiğine hazırlanmamız gerekiyor.

Arkas’tan 5 saptama
1- Konteynerda birleşmelerin tekele dönüşme ihtimali var.
2- Gelecek 20 yılda Afrika çok önemli bir pazar olacak.
3- Büyük sepetiniz yoksa yumurtaları ayrı sepete koyun.
4- Komşularımızla ticaret yapmamız lazım. Alışveriş savaşı durdurur.
5- Uzun vadeli yatırımlarla Türkiye’nin önü açılır.

ASYA MI, AFRİKA MI?
Yeni dönemde büyüme nereden gelecek? Afrika önemli ama daha üretime katkıda bulunacak yaşa gelmedi. Yeni yeni tarımın tekrar sanayileşmesine, yapılanmasına, altyapı yatırımlarına ihtiyaçları var. Bir süre daha hammadde göndermeyemecburlar. Nitekim hammadde gönderiyorlar. Tüketim mallarını da ithal ediyorlar. Yapıyorlarsa da kendi memleketlerindeki tüketim seviyesinde yapıyorlar. Afrika’da en çok ilerleme, gelişme gördüğümüz pazarlar Mısır ve Fas. Önümüzdeki 20 yıl tabii çok uzak ama Afrika çok önemli bir pazar olacak. Avrupalı ne zaman tekrar sanayiye dönecek? İngilizler çözümü finans merkezi olmakta buldu ve kendilerini kurtardı. Almanlarda mühendislik var, makine yapar. Akdeniz ülkeleri ne yapar? Onların moralleri bozuk şimdilik ama uyanır. Bu Akdeniz insanının morali yüksek olunca daha verimli oluyor. İtalyanların morali bozuk oldu mu, sanayi ve fikir üretimini kesiyorlar. Akdenizli öyle bir insan ki, o kadar çok savaşa girdi ayakta kaldı. Akdenizli hacıyatmaz gibi. O bakımdan bence bütün yumurtaları bir sepete koymamak atasözü önümüzdeki seneler için çok geçerli. Eğer tek sepetse o zaman çok büyük sepet olması lazım. Eğer çok büyük sepet istemiyorsanız o zaman birçok sepet olması lazım. Biz birçok sepet formülüne karar verdik grup olarak. Her sepet de kendi kendine bir boyuta geliyor.

gelecek-25-yil-13

GELİŞECEK ÇOK ÜLKE VAR
Geleceğe yönelik hiç kötümser değilim. Etrafımızda gelişmesi gereken o kadar ülke var ki… Bana yakınlarımızda olup gelişmesi tamamlanmış bir ülke gösterin. Yok. Hepsi gelişiyor, hepsinin bir şeye ihtiyacı var. Kimse Amerika gibi, Avrupa gibi doyum noktasına gelmedi. Bugün Çin’den Batum’a tren 8 günde geldi. Konteynerları Batum’dan gemiyle gönderecekler. Hâlbuki bu Tiflis-Kars demiryolu açıldığında -2016’da olur diyor bakan- o zaman demek ki Çin’den İstanbul’a kadar 13 gün içinde gelebilecek. Bütün bu yolda kaç memleket var; Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan var. Yol göster suya, su aksın.

UZAKDOĞU AYRI BİR DÜNYA
Uzakdoğu kendi önemini kendisi yaratıyor. Orası ayrı bir dünya. Yani dünya sadece Avrupa, Amerika değil. Biz ortadayız ve iki tarafa da yakınız. Bizim yakınımızdakilerle ticaret anlaşmaları yapıp onları geliştirmemiz lazım. Alışveriş savaşı durdurur. Huzurlu ortam alışverişi yaratır, silahları bıraktırır. Huzur tekrar bu bölgeye geldiği zaman aramızda alışveriş tekrar başlar. Komşularla barışın ne zaman olacağını bilmek için kahin olmak gerekiyor. Hiç belli olmuyor. Şimdi hiç aklınıza gelir miydi, Ruslarla durumumuz. Daha büyük komşumuz mu var? Daha büyük müşterimiz mi var? Ama geçecek. Çünkü bu zamana kadar tarih boyunca kavga ettik barıştık, kavga ettik barıştık. Bu durum da geçecek. Bana göre birkaç sene çekeceğiz. 2020 olunca inşallah herkes kavgayı keser, alışverişe geçeriz.

SÜKUNETE İHTİYACIMIZ VAR
Türkiye’nin istediği yere varabilmesi için etrafta sükunet olması lazım. Kavgalı ortamda ticaret olmaz, ticaret olmazsa gelişme olmaz. O bakımdan komşularımızla müşterek iş yapma isteği ve ortamını yaratmak lazım. Ve cesur olmak lazım. Bizim Arkas Spor’un Ruslarla maçı vardı, gelmediler. Biz dedik ki vizemizi verin gelelim. Takım Rusya’ya gitti ve maçını oynadı, geldi. Bir de sabırlı olmak gerek. Kısa kârlar ileriye dönük yatırımların düşmanı. İnsanlar uzun vadeli yatırıma girdiği müddetçe Türkiye’nin önü açılır. Türkiye’nin ihtiyacı olan uzun vadeli yatırım yapan yatırımcılardır. Daha uzun vadeli yatırımlar kökleri daha derine giden yatırımlardır. İran’ı da unutmamak gerekiyor. İran, mallarını Basra Körfezi dışında nereden alacak? İkinci kapı Mersin, üçüncü kapı Trabzon ve ardından Gürcistan. Batı’dan gelecek mallar için başka kapı yok. Doğu’dan gelen mal da ya trenle gelecek veya gemiyle Basra Körfezi’ne… Saydığım beş kapının ikisi Türkiye’den geçiyor. Orada müthiş bir potansiyel var. İran, Türkiye için bir şans. O bize bütün olumsuzları sarabilecek bir iş ortamı olabilir.

“Kapsayıcı büyüme ana hedef olmalı”
Kale Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Bodur Okyay, gelecekte reel sektörü bekleyen gelişmeleri anlatırken kapsayıcı büyümeye dikkat çekiyor. Okyay, “Kapsayıcı büyüme, gelişme hedefinin ana belirleyicisi olmalı” diyor. Bunun yolunun ise siyaset erkinden sanayicisine, üniversitesinden sivil toplum örgütlerine kadar toplumun tüm dinamiklerinin eşgüdümlü hareket etmesinden geçtiğini söylüyor.

Sibel Atik / satik@ekonomist.com.tr

Son yıllarda savunma sanayiine yaptığı yatırımlar ve yurtdışında satın aldığımarkalarla adını duyuran Kale Grubu’nun yönetim kurulu başkanı Zeynep Bodur Okyay, önümüzdeki dönemde reel sektörü bekleyen gelişmeleri değerlendirdi. Türkiye ekonomisinin hedeflediği dönüşümü gerçekleştirmenin temel yolunun siyaset erkinden sanayicisine, üniversitesinden sivil toplum örgütlerine kadar toplumun tüm dinamiklerini eşgüdüm içinde hareket ettirmekten geçtiğini anlatan Okyay, “Kapsayıcı büyüme, ülkemizin yeni dönem gelişme hedefinin ana belirleyicisi olmalı” diyor.

Sanayi odaklı bir grupsunuz. Fakat hizmet sektöründeki hızlı büyüme de göz ardı edilemez. Siz bu durumu nasıl de erlendiriyorsunuz. Önümüzdeki dönemde sanayinin ekonomi içinde ağırlığı artacak mı?
Türkiye için sanayinin ilgi odağı olmasını önemsiyorum ve bunun doğru olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin insan kaynağının ve sanayi altyapısının güçlendirilmesi gerektiği görüşündeyim. Baktığınızda evet, son yıllarda gayrimenkul sektöründeki büyüme dikkat çekti. Fakat bu alan da sanayi ile etkileşim halinde. Dünyada hizmet sektörü radikal bir dönüşüm yaşıyor. Otomobillerin AVM’de satıldığı, e-bay’in belki de işlerimize rakip olacağı yani bir dönem geliyor. Burada önemli olan, bütün bunları okuyup doğru modelleyebilmek.

Rekabetçili in öne çıktı ı bu süreçte önümüzdeki dönem Türk ekonomisinin büyüme rotası ne olacak?
Sanayi odaklı yeni bir başarı hikayesi yazmamız için vasatlığı yenmemiz, yenilikçi ekonomi olma yolunda radikal adımlar atmamız şart. Türkiye 2013 yılından bu yana yüksek teknoloji ticaretinde 55 milyar dolar açık verdi. Esas olarak vasatlığı bundan daha iyi açıklayacak bir rakam aramak gereksiz. Dünyada teknoloji ve yetenek üreten gelişmişler ve para ödeyip bu teknolojiyi/yeteneği kullanan ülkeler var. Türkiye ne yazık ki henüz ikinci grupta. Aradaki temel fark, üretimkültürünün egemen olup olmadığı. Türkiye; tarihi, gelenekleri, insan potansiyeli, girişimbecerisi ve üretim gücüyle önemli bir ülke. Uzunca bir süredir büyük bir atılım peşindeyiz. Yeryüzünde, gövdemizle, ruhumuzla, yüreğimizle uyumlu bir gölgemiz olsun istiyoruz. Bunun için barış içinde bir medeniyet yeşertmek; sorunlarımızı demokrasi içinde çözmek, ilişkilerimizi saygı ve sevgiyle biçimlendirmek zorundayız. Bunu yaparken, pek çok yakıcı sorunun da cevabını vermek durumundayız.

Önümüzdeki dönemde Türk sanayicisinin rekabetçi olmak adına izlemesi gereken yol nedir?
Türk sanayinin derinleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Uluslararası şirketler herhangi bir alanda size rakip olabiliyor.Malzemeyi ithal edip işçilik koyup satmak ayrı, hammaddeden başlayıp son ürün olarak satmanız ayrı. Dikey entegrasyondan söz ediyorum. Tekstilde, teknik tekstilde, ilgili hammaddenin burada üretilip buradan yurtdışına gitmesi başka bir değer zinciri. Yoksa bu katma değerle ihracatla büyüyen bir ülke olmak söz konusu değil.

Yeni rota ne olmalı?
1- Türkiye’yi sanayiyi odak alan, yeni nesil bir modelle büyütmek şart.
2- Derinleşmek ve vasatlığı yenmemiz gerek.
3- Ekonominin taşıyıcı kolonlarından birinin kadın olduğu yeni bir hikaye yazılmalı.
4- Yenilikçi ekonomi olma yolunda radikal adımlar atılmalı.
5- Her bireyin, her kurumun katkı yaptığı, toplumsal konsensüsla beslenen yeni bir üretim dönemi gerek.

Gelecek süreçte reel sektör yatırımlarının nereye evrilmesi gerekti "ini dü!ünüyorsunuz? Dijitalle!en bir ekonomide sanayinin yeri ne olur?
Sanayi şirketlerinin iç pazarda derinleşmesinin yanı sıra yurtdışında da büyümesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’nin dünyada bir güç olabilmesi için, Türk şirketlerinin yurtdışında yatırım yapıp o ülkelerin ekonomilerine katkı sağlayarak söz sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Bugün şartların ne kadar zor olduğunu ifade ettim. Sanayinin katma değer yaratması ve kârlılıkları tutturması çok zor. Diğer taraftan yeni teknolojiler ve yeni ekonomi dediğimiz bir süreç işliyor. Dijital ekonomide rakamlar da çok ciddi boyutta. Türkiye de buna doğru evrilecek. Ama bir yandan da sanayiinin devam ediyor olması gerekiyor. Amerika yoksa ağır sanayiyi ayakta tutmak için bu kadar çaba harcar mı?

Peki sizce önümüzdeki süreçte sanayi alanında üretimde hangi sektörler ve ülkeler ön plana çıkacak?
Rekabeti tanımlayabilen, yenilikçi ve tüm yeryüzünü hedefleyen girişimler, yarının kazananları olacak. Türkiye çok zor bir konjonktürde, içinde bulunduğu zor coğrafyadan ve diğer gelişmekte olan ülkelerden pozitif ayrışmaya ihtiyaç duyan bir ülke. Bu yeni dönemde verimli çalışamayanların, ticari değeri olan yenilik üretemeyenlerin, rekabeti tanımlayamayanların ne yazık ki parlak bir geleceği olmayacak. Ancak umutsuz olmaya hiç gerek yok. Türkiye her türlü zorluğun üstesinden gelecek güce ve potansiyele sahip. Bu noktada verimli üretimekonomisine geçişin kapsayıcı ve sürdürülebilir olmasını sağlamamız gerekiyor. Çünkü Türkiye’yi sanayiyi odak alan, yeni nesil bir modelle büyütmemiz şart.

gelecek-25-yil-14


Bu dönüşüm nasıl gerçekleşir?
Bu dönüşümü gerçekleştirmenin temel yolu, siyaset erkinden sanayicisine, üniversitesinden sivil toplumörgütlerine kadar toplumun tüm dinamiklerini eşgüdüm içinde hareket ettirmekten geçiyor. Kapsayıcı büyüme, ülkemizin yeni dönem gelişme hedefinin ana belirleyicisi olmalı. Böylece ülkenin tüm dinamiklerinin refahtan pay almasının ve kalkınmayı içtenlikle desteklemesinin önü açılmış olur. Her bireyin, her kurumun tek tek büyük katkı yaptığı, toplumsal konsensüsle beslenen yeni bir üretim döneminden söz ediyorum. Hükümet bu konuda çok samimi, istekli ve gayretli. Çok isabetli tespitlerle hazırlanmış entegre planların devreye sokuluyor olması umut verici.

İş dünyasında kadınların misyonu ve yeri nedir? Gelecekte bu anlamda nasıl bir geli!me bekliyorsunuz?
Ülkemizin gerçekten gelişmesinin ana lokomotifi kadın olmak zorunda. Türkiye’nin söyleyecek en çok sözünün, yapacak en çok işinin olduğu alanların başında, hiç şüphesiz cinsiyet eşitliği geliyor. Kadının ekonomiye katılımından fırsat eşitliğine, eşit işe eşit ücretten yönetimde eşit temsile, okuryazarlıktan girişimciliğe kadar neredeyse bütün parametrelerde OECD ülkelerinin en altında yer alıyoruz. Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde bu yıl beş sıra gerileyerek 130’uncu sıraya geriledik. Üst düzey yetkili, yönetici ya da milletvekili olarak çalışanlarda kadınlar, yüzde 13’lük paya sahip. Bunlar Kabul etmememiz gereken veriler. En değerli insan potansiyelimiz olan kadın konusunda bu kadar dezavantajlı bir ülke olmak, ülkemizin temel büyüme kısıtlarının başında geliyor.

Ülke olarak bunu tersine nasıl dönüştüreceğiz?
Türkiye’nin bugün, taşıyıcı kolonlarından biri kadın olan yeni bir başarı hikayesine ihtiyacı var. Bunu başaramadığımız takdirde gelişmiş ülkelerle aramızdaki farkı kapatıp öne geçmemiz maalesef hayal olmaktan öte gitmez.

“İlk beş için katma değerli üretim şart”
İskenderun’da 9 metrekarelik bir dükkandan yola çıkıp demir-çelikte küresel bir markaya dönüşen Tosyalı Holding, sektörünün en büyük yatırımcılarından biri. Yeni dönem hedeflerini Ekonomist’e anlatan Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı, 2016 ve sonrası için bir dizi yeni yatırımın müjdesini veriyor. Tosyalı, “İlk beşe girmek için katma değerli üretim yapmak şart” diyor.

Aram Ekin Duran / eduran@ekonomist.com.tr

Türkiye ekonomisinin son 25 yılda kat ettiği mesafenin en önemli göstergelerinden biri, iş hayatına KOBİ olarak girip 25 yılda Anadolu’dan çıkıp dünyaya yayılan şirketlerin sayısı. Bu atak şirketlerin önde gelenlerinden biri de Tosyalı Holding. Demir-çelik sektöründe artık bir marka haline gelen TosyalıHolding, İskenderun’da 9metrekarelik bir dükkanda başlayan macerasını küresel çapta bir üretici olarak sürdürüyor. Türkiye’nin ilk özel sektör yassı çelik tesisini kuran, Karabağ ve Cezayir’deki fabrikalarıyla farklı kıta pazarlarında söz sahibi olan ve önümüzdeki beş yılda cirosunu 10 milyar dolara çıkarmayı hedefleyen Tosyalı, son 25 yılda üretimde yaşanan gelişimin de güzel bir özetini sunuyor. Biz de bu özel sayımızda Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı ile hem sektörün 25 yıllık değişim sürecini hem de holdingin yeni dönem planlarını konuştuk.

Son 25 yılda demir-çelik sektörü Türkiye’de nasıl bir geli,im ve dönüşüm yaşadı?
Türkiye’de demir-çelik sektörü son 25 yılda üretimini yaklaşık 4 kat artırdı. 1990’da 10 milyon tona ulaşmayan üretim, bugün artık 36 milyon tonu yakalamış durumda. Ayrıca daha önce yalnızca kamunun elinde bulunan çelik üretimi, son 25 yılda özel sektöre de açıldı. Devlet tamamen çelik üretiminden çıkmış oldu. Son beş yılda ise Türk özel sektörü kendi yassı çeliğini üretebilecek seviyeye geldi. Böylelikle sektörümüz, sadece inşaat demiri üretebilen bir yapıdan otomotiv çeliğinden yapısal çeliklere kadar tüm kaliteli çelik türlerini üretebilen bir hale dönüştü.

Tüm bu geli,melere baktı-ımızda, Türk çelik sektörü dünya liginde nerede duruyor?
Dünyada sekizinci büyük üreticiyiz. Şu an için dünyada çelik üretimi özellikle cevhere dayalıdır. Beş yıl öncesine kadar Türkiye’de uzun ürünyassı ürün dengesizliği vardı. Ancak özel sektör yatırımları ile bu dengesizlik giderildi. Şimdi ise cevher fiyatlarının, emtia fiyatlarının çok düşmesi ile bu sefer hammaddedeki kaynak dengesizliği baş gösterdi. Sektör oyuncuları, şimdi hurdadan çıkıp cevhere yatırımyapmak suretiyle bu dengesizliği ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Türkiye demir-çelik sektöründe önümüzdeki dönemde nasıl bir gelişim bekliyorsunuz?
Çin açık ara önde olduğu için onu ayrı tutuyorum; onun dışında dünya üretiminde ilk beşte yer almamamız için hiçbir neden yok. Ülkemizde hembilgi birikimi yüksek hem de demir-çelik sanayine gönül vermiş yatırımcılar mevcut. Bu kapsamda, hükümetin maden cevherini kullanarak üretim yapan şirketlere yönelik planladığı teşvikleri olumlu olarak nitelendiriyoruz. Ulusal maden alanlarının rehabilitesi ve yurtdışında yeni maden alanlarının fizibilite çalışmaları ile bu süreçte üretimin daha da kolaylaşacağını düşünüyorum. İlk beşe girebilmek için, sektörün katma değerli ürün gamına geçmesi gerekiyor. Aksi halde ülkemizin ihtiyacı olan katma değerli yassı ürünlerin tüketimi ithal kaynaklardan sağlanmaya devam edecek.

Tosyalı özelinde konu,ursak, 25 yılda nasıl bir yol kat ettiniz?
Son 25 yılda yaklaşık 100 kat büyüdük. Bizimhakkımızdaki yaygın görüş, “Tosyalı’nın gücü kriz dönemlerinde ortaya çıkar” şeklindedir. Kriz döneminde herkesin ortalardan kaçıştığı, yatırımdan kaçtığı dönemlerde biz asla yatırımdan kaçmayız. Mesela 2001 krizinde Türkiye ekonomisi küçülürken biz yüzde 100 büyüme kaydetmiştik. Bugün de emtia fiyatlarının gerilemesi dolayısıyla bütün firmalar yatırım konusunda geri çekilirken, biz sektörün en önemli yatırımlarını hayata geçiriyoruz. Şu an yurtiçi ve yurtdışında devam eden yatırım miktarımız 2 milyar doların üzerinde.

gelecek-25-yil-15Sizin özellikle Cezayir’deki demir- çelik tesisiniz Türk özel sektörünün yurtdı,ındaki en büyük yatırımlarından biri. Bu kıtada yeni planlarınız var mı?
Evet var. Cezayir dışında bir ülkede daha bayrağımızı dalgalandıracağız. Cezayir ile kıtanın kuzeyini kapsamıştık, bu yatırımımızla da kıtanın güneyini kapsayacağız. Şu an için isim vermek istemiyorum, çünkü ilgili ülke ile hükümet düzeyinde görüşmelerimiz devam ediyor. Ama Sahraaltı Afrika’nın önde gelen ekonomilerinden biri olduğunu söyleyebilirim.

Peki nasıl bir yatırım planlıyorsunuz? Tek ba,ınıza mı yoksa ortaklı bir iş mi olacak?
Yine milyar dolarlık ölçekte, sıvı çelikten inşaat demirine kadar geniş ve kompleks bir tesisi hayata geçireceğiz. Ortağımız yok, tamamen kendimiz yapacağız.

Osmaniye’de Japon devi Toyo Kohan ile imza attı-ınız ortak çelik üretimi tesisi ne zaman faaliyete geçecek?
Bu yatırım 250 bin metrekare alanı kapsayacak ve gece gündüz çalışmayla tam programında 2016 sonunda faaliyete geçecek. 500 milyon dolarlık bir maliyeti olacak. Yüzde 51 Tosyalı-Yüzde 49 Toyo Kohan ortaklığı ile hayata geçecek tesisimizin finansmanı öz kaynak dışında tamamıyla Japon finans sisteminden karşılandı. Türkiye’ye hiçbir yük yüklemedik. Makina sevkiyatlarımız başladı. İçinde 13 fabrikanın olacağı, ülkemizin bugüne kadarki en büyük ve en özel yatırımlarından biri olacak. Birkaç yıl öncesi olsa, 1 milyar dolardan fazlaya mal olabilecek bir yatırımdı. Ama bugün çelik sektöründeki konjonktürün avantajlarını kullanarak belirlediğimiz bir yatırım oldu. Ayrıca bu fabrika kompleksimiz ile çevre kentleri de kapsayan KOBİ kümelenmeleri oluşacak.

Toyo Kohan dı,ında 2016 ve sonrası için yeni yatırım planlarınız nelerdir?
Cezayir’de 1,3 milyar dolarlık tesisimiz 2017 başında devreye girecek. Afrika’daki ikinci büyük yatırımımız için ise dediğim gibi henüz takvim netleşmedi, yer tahsisi için görüşmelerimiz sürüyor. Bunların dışında İskenderun’da bin 300 megavatlık ithal kömüre dayalı enerji santralimiz faaliyete başlayacak. Santralimizin önünde inşa ettiğimiz liman da hizmete girecek. Ayrıca yine Türkiye’de ilk defa petrol boru hatlarında kullanılan boyuna dikişli L-Saw adı verilen boruların üretimini sağlayacak bir fabrika kuracağız. Böylelikle bu alanda dünyadaki birkaç üreticiden biri olacağız. 2016’da İskenderun ya da Osmaniye’de yatırım başlayacağız ve bu alanda Türkiye’nin dışa bağımlılığını ortadan kaldıracağız. Türkiye’deki tüm spiral boru üretim kapasitesini tek başına sağlayacak büyüklükte bir yatırım olacak.

Çevreci ve teknolojik AVM’ler gelecek
Ekonomist’in yayına başladığı 1991’de Türkiye’de sadece bir alışveriş merkezi (AVM) vardı. Şimdi ise 57 ilde 348 AVM var. Yani gittikçe daha çok yaşamımıza giren bir sektörden söz ediyoruz. Türkiye Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Federasyonu (TAMPF) Başkanı Zafer Kurşun, yeni AVM’lerin daha küçük şehirlerde açılacağını, çevreci ve teknolojik özelliklerinin öne çıkacağını söylüyor.

Ülkemizde perakende mağazacılık 1980’li yılların sonuna kadar şehirlerin sınırlı sayıdaki alışveriş caddeleri vasıtasıyla gerçekleşmekteydi. 1988 yılında Ataköy Galleria ile birlikte ülkemizde modern alışveriş merkezlerine geçiş başladı. Son 25 yılda Türkiye'nin ekonomik ve sosyal hayatına damgasını vuran AVM yatırımları başlamış oldu. 1990-2000 yılları arasında genelde 30-40 bin m2 kiralanabilir alana sahip AVM yatırımları yapıldı. Bu dönemde modern organize perakendeciliğin ilk adımları atıldı. Markalaşma, zincir mağazacılık, büyük mağazacılık bu dönemde açılan AVM’ler ile ülkemizin gündemine girdi. Ekonomimizin dışa açılmasıyla birlikte yabancı markaların Türkiye'de temsili ve satışına da bu dönemde başlandı. Açılan bu AVM’ler bünyelerinde bulundurdukları sinema, hızlı yeme alanları (food court), eğlence merkezi, buz pisti gibi sosyal donatıları, açık ve kapalı otopark alanları ile hızla birer bölgesel çekim merkezi haline geldiler.

BÜYÜME SÜRECEK
Özellikle 2005 yılı sonrasında AVM yatırımları ivme kazanarak hemsayısal olarak hem de kiralanabilir alan büyüklüğü olarak arttı. Bu dönemde AVM yatırımlarının kiralanabilir alanları 40- 75 bin m2 aralığında ve bünyesinde restoranlar, cafeler, spor salonları, sinema salonları, tiyatro ve konser salonları, büyük alanlı tematik eğlence parkları ve çocuk eğlence alanları gibi sosyal donatıları ihtiva edecek şekilde yapıldığını görüyoruz. 80milyona yaklaşan genç bir nüfusa sahip, hem ekonomik olarak hem de demografik olarak hızla büyüyen ülkemizde halkımızın yaşam standartlarını yükseltme arzusu çok yüksek. Kişi başı milli gelir ve perakende harcama düzeyimizi Avrupa ve Amerika ülkeleri ile mukayese ettiğimizde daha kat edeceğimiz çokmesafe olduğu görülüyor. Buradan da perakende sektörünün önümüzdeki 10-20 yıllık dönemde de hızla büyümeye devamedeceğini ve yeni mağazalar açmaya ihtiyaç duyacaklarını görüyoruz. Büyük saşehirlerin yanı sıra yeni AVM örneklerini büyük ilçelerde dahi görebileceğiz. Ülkemizdeki şehirlerin altyapılarının caddemağazacılığının gelişmesine imkan sağlayamadığı bir gerçek. Bu ihtiyaca cevap vermek adına önümüzdeki yıllarda kaçınılmaz olarak AVMyatırımları yapılmaya devamedecektir. Yeni AVMyatırımlarının büyük şehirlerde de eski hızında olmasa da devam edeceğini, nüfusu 1milyonun altındaki şehirlerde daha hızlı bir yaygınlaşmanın gerçekleşeceğini öngörüyoruz.

AVM’lerin geleceğinde neler var?
1- AVM’deki büyüme 20 yıl daha sürecek.
2- Çevreci, yeşil binalara eğilim artacak.
3- AVM’ler daha teknolojik hale gelecek.
4- Otel gibi konseptleri de içine alan karma projeler gelişecek.
5- Türk yatırımcılar bölgesel yatırıma soyunacak.

TURİSTE İLGİ ARTACAK
Perakende sektörümüz son 10-15 yılda büyük bir gelişim kaydederek mağazacılıkta çok önemli deneyimler kazandı. Elde edilen bu deneyimlerle artık perakendeciler eskisine göre daha büyük satış alanlarında, görselliği ve verimliliği ön planda tutan, toplu taşıma olanakları olan, ulaşımı kolay, otopark problemi olamayan, teknolojik altyapısı kuvvetli, ürün tedariki ve depolama konuları çözümlenmişmodern AVM’lerde faaliyetlerini sürdürmek istiyorlar. AVMyatırımcılarının perakendecilerin gelişen ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde AVM’leri tasarlamaları önem kazanacak. Dünyada ve ülkemizde tatile, alışverişe, yeme içmeye, eğlenceye, spora, sosyal ve kültürel faaliyetlere tüketiciler tarafında ayrılan zaman ve kaynak hızla artıyor ve artmaya da devam edecek. Bu nedenle AVM’lerin bu ihtiyaçlara cevap verecek şekilde kendilerini yapılandırmaları gerekecek. Yerli ve yabancı turistlere yönelik olarak AVM’lerle bütünleşik oteller, ziyaretçilerin boş zamanlarını çok daha keyifli geçirebilecekleri yeşil alanlarla bütünleştirilmiş açık hava restoranları, gelişmiş teknolojilerle farklı deneyimler yaşayabilecekleri sinema salonları veya eğlence parkları AVM’lerin artık zorunlu birer unsuru haline gelecek.

gelecek-25-yil-16MODERN YAŞAMIN GEREKLERİ
Benzer şekilde kültürel ve sanat ihtiyaçlarına cevap verecek tiyatro ve konser salonları, sergi alanları, konferans salonları, balo salonları, AVM’lerin en önemli unsurları haline gelecek. Özellikle çocuklu ailelerin keyifli ve güvenli bir deneyimyaşayabilecekleri eğitici ve eğlendirici tematik parklar giderek önem kazanacak. Sağlığa ve spora verilen önemin artmasıyla birlikte spor salonları, sağlık ve bakım merkezleri AVM’lerin olmazsa olmazları olacak. Sözün kısası, artık AVM’lerde modern yaşamın getirdiği tüm ihtiyaçlara cevap verecek unsurlar yer alacak. AVMyatırımcısının ve perakendecinin mutluluğu ve başarısı, netice itibariyle tüketicinin memnuniyetinde, AVM’yi ziyaret sıklığında, AVM’de daha uzun süre zaman geçirmesinde yatıyor. Bu nedenle AVMyatırımcıları tüketicilerin gelişen ihtiyaçlarını ve beklentilerini çok iyi gözlemlemek ve yatırımlarını buna göre kanalize etmek, gerekiyorsa revize etmek durumundadırlar.

TATİL SÜRESİ ARTIYOR
Dünyada tatile ve alışverişe ayrılan zaman ve kaynağın artması ve gelecek 15-20 yılda hızla artmaya devam edecek olması Türk perakendesi ve AVM’ler için önümüzdeki dönem en önemli fırsatlardan biridir. Tarihi, kültürü ve doğal güzellikleri yanında ülkemizin turistler açısından cazip bir alışveriş, gastronomi ve eğlence destinasyonu olduğu algısının oluşturulması önem kazanmaktadır. Bu meyanda tüm perakendecilerimizin ve AVM’lerin pazarlama faaliyetlerinde yabancı turisti de hedeflemeleri gereklidir. Önümüzdeki dönemde AVM’ler açısından sanal alışveriş dünyası önemli bir rakip olabilecektir. AVM’lerde bu açıdan sanal alışverişi de içine alacak şekilde teknolojik altyapı imkanları artırılacak. Hızla gelişen bu sektöre karşı en önemli üstünlüğü olan beş duyuya hitap etme avantajını AVM’lerin daha fazla ön plana çıkarması gerekecektir. Yukarıda belirttiğim yönleriyle AVM’lerin insana ve ürüne dokunma, mimari tasarımı ve görsellikleriyle göze, yeme içme alanları ile damağa ve buruna, kültürel faaliyetlerle göze ve kulağa hitap ederek sosyal alandaki önemlerini ve değerlerini muhafaza edeceğini düşünüyoruz.

AVM BİNALARI BÜYÜYECEK
Bundan böyle yapılacak tüm AVM’lerin çevreye çok daha duyarlı teknolojiler kullanan, yeşil alanlarla bütünleşmiş, temiz ve yenilenebilir enerjiler kullanan, enerji ihtiyacının bir bölümünü özellikle güneş enerjisi ile kendisi üreten, sürdürülebilirlikte öncü yeşil binalar olarak gerçekleştirilmesi gündemimizin en önde gelen konularından biri olacak. AVM’ler büyüklüklerine göre bin 500 ile 4 bin arası personel istihdam eden yatırımlar olarak Türkiye’nin genç nüfusuna önemli bir çalışma alanı sunuyorlar. Temizlik görevlisi, güvenlik görevlisi, teknisyen, garson, şef, mağaza yöneticisi gibi görevlerde çalışan çok farklı eğitim ve yaş gruplarından insanımıza iş olanağı sağlayan bu işletmelerimizin başarısı için bu konularda mesleki eğitime ağırlık verilmesi önemarz ediyor. Küçük AVM’lerin yerini alan 150 bin metrekare alana sahip AVM’lerin sayısı artacak. İçinde oteli de olan, yerleşim yeri bulunan, açık havası, tematik parkları, eğlence merkezlerini barındıran AVM’ler öne çıkacak. AVM yatırımcılarımız Türkiye’de yaptıkları yatırımlarla yabancı yatırımcıların hem ilgisini çekmiş hem de takdirini kazanmıştır. Bugün birçok AVM yatırımına yabancı fonlar ortak olmak istemektedirler. Türk AVM yatırımcılarının ve Türk müteahhitlerinin bu deneyimlerini ve imkanlarını önümüzdeki yıllarda yurtdışında yapacakları yatırımlarla uluslararası platforma da taşıyacaklarını ön görüyoruz.

Doğalgaz ağırlığının azaltılması gerekli
Bizim görüşümüz, Türkiye’nin kısa süre içerisinde doğalgaza bağımlı olma halinden çıkarılması gerektiği yönünde. Son zamanlarda özellikle doğalgazı temin ettiğimiz Rusya ve İran ile yaşanan politik gelişmeler, doğalgaz konusunda çok kritik bir noktada olduğumuzu gösteriyor. Bu nedenle Türkiye’nin bu bağımlılıktan kurtulması gerekiyor.

gelecek-25-yil-17DOĞALGAZIN PAYI DÜŞMELİ
Bana göre, yüzde 45’lik doğalgaz oranının yüzde 20’ye düşmesi gerekiyor. Kömür de yüzde 35-40 seviyesine çıkmalı. Kömürde yerlileşme artırılmalıdır. Halihazırda yüzde 50 ithal kömür kullanıyoruz. Devletin tedbirleri sayesinde yerlilik oranı yüzde 75’e çıkarılmalıdır. Devlete ait kömür yatakları, gerekli parametreleri teknolojiyle kurmak şartıyla, özel sektör için ihaleye çıkarmalıdır.Geri kalan yüzdelik dilimi de HES’ler, rüzgar, güneş enerjisi oluşturmalı. Devletin özellikle güneş enerjisi konusunda yapması gereken şu: İspanya’da olduğu gibi güneş panellerinin kullanılacağı güneş tarlaları oluşturulacak. Bu tarlalar, kamulaştırılacak, hazırlanacak ve parsel parsel ihaleye çıkarılacak. Şu an HES’lerin üretimdeki payı yüzde 27. Bu oran yüzde 35’lere çıkarılabilir. Rüzgâr ve güneş enerjisi tamamlayıcı olabilir ama yine de yeterli olamaz. Bu nedenle ilk üçü; nükleer enerji, doğalgaz ve kömür oluşturuyor.

DEVLETİN ROLÜ
Devlet enerjide kolaylaştırıcı, düzenleyici ve kontrol eden konumda olmalı. Örneğin, 2010’da faaliyete geçmiş yani beş yıldır üretim yapan bir santralle ilgili hala mahkemeler sürüyor. Devletin özel bir yasayla bunu düzenlemesi gerekiyor. Bunu yaptığı takdirde devlet umduğundan da daha çok gelir elde edecektir. Devletin fiyat politikalarının değişmesi gerekiyor. Normalde sanayi işletmeleri elektriği daha ucuza kullanır. Türkiye’de böyle bir şey söz konusu değil. Devlet, popülist yaklaşımla evlerde kullanılan elektriğe zam yapmak istemiyor. Oysaki tam tersi olmalıdır. Avrupa’da ise bu durum bire ikidir. Halk, sanayi kuruluşlarından daha pahalı elektrik kullanır. Sanayide rekabet için bu yapılmalıdır. Bunun dışında; uzun vadeli plan bir an evvel yapılmalı ve doğalgaza bağlılıktan çıkılmasının yolu oluşturulmalıdır. Türkiye’de enerjide üretim ve dağıtıma 50 milyar dolarlık bir yatırım yapıldığını, daha doğrusu fon aktarılmış olduğunu söyleyebiliriz. Eğer özel sektör bunu yapmamış olsaydı, devlet buraya 50 milyar dolar daha tahsis etmek zorunda kalacaktı. Gelecekte daha doğru, stratejik ve nokta atışı şeklinde yapılacak büyük yatırımlara ihtiyaç var. Yeni kurulmuş bir doğalgaz santralini devreden çıkmaya zorlayan bir ‘kapanma politikası’ uygulanıyor. Bu sorgulanmalı ve değişmelidir.

“Global ligin yolu inovasyondan geçiyor”
Sanko Holding’in yönetim kurulu başkanı Zeki Konukoğlu, eğitimini tekstil mühendisliği üzerine yapmış bir iş insanı. Uzun süre Sanko’nun tekstil bölümünün başkanlığını yaptıktan sonra şirketin yönetim kurulu başkanlığına oturdu. Konukoğlu, tekstilde global lige çıkmanın yolunun ortak akıl, inovasyon ve şirketlerin üretim ile markalı ürün alanlarını birbirinden ayırmasından geçtiğini söylüyor.

Sibel Atik / satik@ekonomist.com.tr

Türkiye’nin en güçlü kuruluşlarından biri olan Gaziantep merkezli Sanko Holding’in temelleri tekstil sektörüne dayanıyor. 1904 yılında büyük dedenin öncülüğünde atılan ilk adımların üzerinden bir asır geçmiş olmasına rağmen, tekstil hala grubun amiral gemisi konumunda. Bugün beş ana sektörde 2milyar doları aşan ciro ve 14 binin üzerindeki çalışan sayısına ulaşan SankoHolding’in yönetimkurulu başkanı Zeki Konukoğlu, tekstilin geleceğine dair beklentilerini Ekonomist’e anlattı. Konukoğlu, global lige çıkmanın yolunun ortak akıl, inovasyon ve şirketlerin üretim ile markalı ürün alanlarını birbirinden ayırmasından geçtiğini söylüyor.

Türkiye’nin en önemli üretimve ihracatçı sektörlerinden biri olan tekstilde en eski gruplardan birisiniz. Tekstil sektörünün Türkiye sanayisinde kendine nasıl yer açtı)ından söz eder misiniz?
Türkiye’de tekstile önemli yatırımlar 70 ile 90’lar arasında oldu. Avrupa’da temel tekstil ürünlerinin tedarikçisi olduk. 90’lara kadar Türkiye Avrupa’nın yegane tedarikçisiydi ama daha sonraOrtadoğu, Pakistan veHindistan da devreye girince artık Türkiye o ülkelere göre pahalılaşmaya başladı. Türkiye’nin kabuğunu değiştirmesi gerekti ve bunu belli ölçüde sağladı. Tekstil sektörü bugün üretim adına önemli hamleleri yapmış, altyapıyı kurmuş, belli bir üretim ve ihracat kapasitesine ulaşılmış durumda. Türkiye ekonomisinde üretim ve ihracatta en büyük pay alan sektörlerden biri. Toplam sanayi üretiminin yüzde 27’sini tekstil teşkil ediyor. Dolayısıyla pozitif bir durumsöz konusu. Bu noktada Avrupa’daki bu değişimsürecine bakarsak, temel tekstil üreten şirketler işi bırakmak zorunda kaldılar ve ancak nitelikli üretim yapanlar ayakta kaldı. Bizde de böyle olması gerekirdi. Benzer bir yola girmemiz lazım.

Şu an nasıl bir dönü(üm gerekiyor sizce?
Türk tekstili Avrupa’da kaliteyi temsil eden, vitrinleri doldurabilen ürünler üreten ve kendini yenileyen yapıda olduğunu ispat etmiş durumda. Avrupalılar, tekstil üretimini diğer ülkelere kaydırdığında Türkiye’nin becerisini gördü ve bize farklı ürünler için gelmeye başladılar. Şu an geldiğimiz noktada biz henüz İtalya, Fransa gibi önde gelen birkaç ülke seviyesinde olamasak da, bunlar haricindeki ülkelerle mukayese ettiğimizde geriye kalanlar içinde en iyiyiz. İkinci ligi bitirdik ve birinci ligdeyiz ama bunu şampiyonlar ligine de çıkarmamız lazım. Bunun için en çok ihtiyacımız olan şey, önce buna inanmak. Bununla ilgili en büyük kaynağımız olan insanımıza gereklimesleki eğitimleri artırmak lazım. Bunların ardından en önemli hamle olan üretimile üründeki markalaşmayı ayırmak bizi şampiyonlar ligine taşıyacaktır.

Türkiye tekstil sektörü böyle bir ayrı(maya gitmeye hazır mı? Bu yönde bir adım var mı?
Buna mecburuz. Bunu yapabilenler bir adım önde koşacaklar. Ama bu konuda ben hala üretimde ve üründe marka olmak istiyorum diyenler olacaktır. Ama bunu diyenler daha çok zaman kaybedeceklerdir. Bu ülkenin kaybedecek çok zamanı yok. Artık üretimvemarkalaşma konusunu ayırmamız lazım. Üretici, üretici olarak kalmalı; piyasada bunu satanlar ise pazarlamaya ağırlık vererek ilerlemeli. Teknoloji düzeyi, ürün kalitesi, yetkin yönetim ve yaratıcı pazarlama becerisiyle dünyada önemli bir role sahip olan sektörün konumunu koruyabilmesi, zirveye taşıması ve artan rekabet gücünü sürdürmesi gerekiyor. Sektörün yeniliğe yatırım yapması, sürdürülebilir teknolojinin ürün bazından çıkarılıp üretimin tüm hatlarına yayılması, üretim sürecinin tamamının sürdürülebilir hale getirmesi gerekiyor.

Başarı için kritik faktörler
1- İnsan kaynağının en yüksek düzeyde eğitimine imkan vermek.
2- Üretim ile üründeki markalaşmayı ayırmak.
3- Ortak bir hedefe yürümek.
4- Piyasa yapıcılık ve markalaşmaya odaklanmak.
5- Rakiplerden ayrışmak için inovatif olmak.

gelecek-25-yil-18
Sizce tekstil ve hazır giyim alanında gelecek 25 yıllık süreçte Türkiye’den kaç global marka çıkar?

Sayıdansa nitelik daha önemli. Türkiye’deki tekstil sektörü, katma değeri yüksek, kaliteli, moda ve trendleri belirleme gücüne sahip yenilikçi tasarımları ve yüksek teknolojisi itibariyle gelecekte global ticarette adından daha fazla söz ettirecek konuma gelecek. Bu noktada piyasa yapıcılık ve markalaşma, öncelikle ilgi ve yatırım bekleyen alanlardır.

Sektörden bir isim olarak izlediğiniz, işleri iyi yöneten ve global marka ligine çıkacak kaç marka var?
Şu an 6-7 markamız bu lige doğru gidiyorlar bence. Önümüzdeki 10 yıl içinde ben bu şirketlerin önemli bir mesafe kat etmelerini bekliyorum. Fakat bizlerin mutlaka bir araya gelip ortak programlar yapmamız gerekiyor. Eğer bugün Türkiye’de tekstil ve markalaşmayı konuşuyorsak, burada oluşmuş bir altyapı var. Bunun üzerine yeni hedeflerimizi inşa etmeye çalışmalıyız. Eğer marka çıkarmak istiyorsak, ortak akılla, ortak hedefler oluşturarak bunu başarabiliriz.

Türkiye’nin tekstilde bir tasarım merkezi mi yoksa üretim merkezi mi olmasını bekliyorsunuz?
Üretim olmayınca tasarımda da sınırlanmaya başlarsınız. Her ikisi de şart mı, değil. Ama hem tasarımı hem üretimi farklı şirketlerin idare etmesiyle buradaki yükseliş daha hızlanacaktır. Bunu yapabilecek altyapımız ve birikimimiz var. Geriye bunlarla ilgili eksik kalan hedefler ve bu hedeflere koşmak için atmamız gereken adımlar kalıyor. Global işbirliklerinin, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine katılımın artması, markalaşma yolunda hedeflere ulaşmada yol haritasını belirleyen unsurlar. Bir de tekstilde inovasyon ve AR-GE kilit kelimelerdir. Bugün katma değerli üretim ve markalaşmayı sağlarken rakiplerden ayrışmanın ana kuralı inovatif olmaktır.

Siz Anadolu’dan çıkmı( ve dünyada 100 ülkeye ürün satan bir grup olarak Anadolu’nun sanayi ve tarımdaki gelece)ini nasıl de)erlendiriyorsunuz? Global ölçekte i( yapabilecek kaç Anadolu kenti daha çıkar 25 yıllık süreçte?
Gaziantep yıllardır sanayileşme yönünde yol tutmuş bir şehrimiz. Tarımsal olarak iş yapma alanlarımız ve gelirlerimiz çok sınırlı olunca mecburen ekmeği başka işlerde aramışız. O nedenle ticaret ve sanayide biraz daha erken gitmiş. Ancak Kahramanmaraş gibi tarımın yapıldığı illerde Türkiye’de sanayileşmenin mümkün olduğunu gördük. Neticede burada basına, üniversitelere, eğitimde çok büyük görevler düşüyor. Devletin hem teşvik, hem bilgilendirme konusunda destekler sunması gerekiyor. Sektörlerimiz için olduğu kadar kentlerimiz için de bir ortak hedef belirlenmeli. Gaziantep’in hızlı yükselişinin anahtarı olan ortak akıl uygulamasını rol-model olarak uygulayabilirsek, bu hedefe daha hızlı ulaşabiliriz.

“Güçlü reformlara ihtiyacımız var”
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan, sanayinin son 25 yılda geçirdiği değişimleri ve hedeflerini Ekonomist’e anlattı. Bahçıvan, sanayinin kritik bir dönemeçte olduğunu söylüyor. Erdal Bahçıvan, “Eğer 2016’yı reformların oluşması noktasında güçlü kararlarla desteklersek, bu Türkiye’nin epey bir dönemini güçlü geçireceği, güçlü bir modeli oturtacağı bir dönem olacak” diyor.

Aram Ekin Duran / eduran@ekonomist.com.tr

Dünyanın sekizinci, Avrupa’nın ise birinci üretim üssü haline gelen Türkiye, buna karşın sanayide istediği sıçramayı henüz gerçekleştirebilmiş değil. Son 25 yılda emek yoğun bir sistemden otomotivden kimyaya yüksek standartlı ürün üretebilen bir sanayi haline gelen Türkiye, önümüzdeki 25 yılda ise katma değerli ürün üretiminde eşik atlamayı hedefliyor. Ekonomist Dergisi’nin 25’inci yılında, Türk sanayisinin 25 yıllık gelişim sürecini ve yeni dönemhedeflerini İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan ile konuştuk. Bahçıvan’a göre, Türkiye sanayisi tıpkı 1990 yılındaki gibi çok önemli ve tarihi bir dönemeçte. Erdal Bahçıvan’a sorduğumuz sorular ve aldığımız yanıtlar aşağıda yer alıyor.

Geçen 25 yılda Türk sanayisi nasıl bir aflama kat etti?
1990’lı yıllar Türkiye’de Özal döneminin oluşturmuş olduğu ekonomik reformların, Türkiye’nin farklı reformist açılımlarının etkilerinin kendisini göstermiş olduğu ve güçlü rüzgarların estiği dönemlerin hissedildiği yıllardı. 1960’ların, 70’lerin kapalı ekonomisinden dışarıya açık, dış rekabeti öğrenmeye başlayan, liberizasyonlarını tamamlamış, ihracatı öğrenmiş, finans sistemini artık farklı bir bakış açısına büründürmüş, diğer hizmet sektörlerinde kendini adım adım geliştirmeye başlamış, sanayide rekabet edebilir yatırımlar noktasında belli bir kabuk değiştiren bir dönemdi. Ama özellikle 2000 yılının başına kadar olan geçen sürede maalesef o bütün kazanımları bizim için donduran, hatta kaybettiren bir dönem oldu.

Yani hem küresel konjonktürün etkisi hemiçerideki reformsürecinin sekteye uğramasımı?
Daha çok içerideki istikrarsızlıklar, siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle o reformları çok daha güçlü kullanabilecekken ne yazık ki o 10 yılı çok iyi değerlendiremedik. Sonra da 2001 krizi sonrası 13 yıllık bir AK Parti dönemi var. Yani hem biraz siyasi hem biraz ekonomik olarak baktığımızda hangi fırsatların kullanılamadığı konusunda da çok ders veren bir dönem. Ama fırsatları doğru değerlendirdiğimiz zaman neleri kazanabildiğimizi görmek açısından da çok güçlü bir dönem. Umuyoruz ki önümüzdeki süreç son 25 yılın doğrularının daha çok takip edildiği, derslerin doğru yönde değerlendirildiği bir dönem olacak.

Bugün Türkiye sanayi üretiminde nasıl bir noktada?
Türkiye’nin üretim standartları göz önüne alındığında belki daha iyisi olabilir. Ama yine de 25 yıl öncesine göre Türkiye sanayi ürünlerinde Avrupa Birliği’nin en önemli tedarikçilerinden biri. Keza yakın bölgesi için de çok ciddi bir üretim kaynağı. Yani gelinen noktada Türkiye’nin erişmiş olduğu güçlü bir başarı var. Ama potansiyelimiz bu muydu? Bunun daha ne kadar üstüne çıkabilirdik dediğimiz zaman da orada insanın daha üstünde birtakım beklentileri gerçekleştirme hakkımız ve fırsatımız olduğunu söylememiz gerekiyor.

Başarı için 5 adım
1- Finansman tedarikinde kaynak çeşitliliğine gidilmeli.
2- Nitelikli eleman çekebilecek şartlar yaratılmalı.
3- Bürokratik mevzuata hakim olunmalı.
4- Üretimde teknolojik gelişim takip edilmeli.
5- Üniversitelerle işbirliğine önem verilmeli.

Peki sanayi sektörünün bu hak ve fırsatları kullanmasının önündeki engel ne?
Üretime ve sanayiye yönelik bakış açısında ne yazık ki son dönemlerde bir gevşeme ve gerileme var. Bu da zaten sanayinin gayri safi milli hasılada almış olduğu payın 10 puan düşmesiyle kendini gösteriyor. Bu Türkiye’nin hak ettiği bir kader mi? Değil. Şimdi önümüzde çok daha pozitif, dört yıllık bir seçimsiz, siyasetsiz istikrar dönemi var. Türkiye’nin rahmetli Özal’ın yapmış olduğu dönemgibi, AK Parti’nin iktidar yıllarının ilk dönemi gibi bir yeni dört yılın önümüzde olduğunu düşünmek istiyorum. Böyle bir fırsatı da Türkiye şu anda elde etmiş vaziyette. Ama bunun için tabii ki güçlü reformlara ve güçlü bir kararlı bakış açısına ihtiyaç var.

gelecek-25-yil-19Yani Türk sanayisi 25 yıl sonra yine önemli bir dönemeçtemi?
Evet, öyle. 2016 hakikaten Türkiye için çok çok önemli bir dönemeç olacak. Eğer bu yılı biz reformların oluşması noktasında güçlü kararlarla, cesur kararlarla besleyip desteklersek, bu Türkiye’nin sadece bir yılı değil epey bir dönemini güçlü geçireceği, güçlü birmodeli oturtacağı bir dönem olacak. Bu bakımdan 2016 hakikaten çok önemli bir yıl. Önümüzdeki dört yıl boyunca hiçbir seçim yok. Bu dört yılın ilk yılını, hatta ilk 6-7 ayını çok iyi kullanmak lazım. Onun için 2016 hakikaten çok çok önemli bir temel atma yılı olacak.

Son dönemin en gözde konularından biri ‘Sanayi 4.0’ olarak anılan ve geleneksel sanayi üretimini bilgisayar ve internete uyarlama dönemi. Türk sanayisi bu dönüflümün neresinde?
Bizim sanayiciler olarak konfor alanımızı artık değiştirmemiz gerekiyor. Konvansiyonel bakış açısıyla zaten rekabet edebilmenin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Yani inovasyon şu anda günümüzde hayatımıza çok giren bir kelime ama inovasyonu sadece bir şekilsel ürün değiştirerek ve ürünün işlevini değiştirerek değil, anlayış inovasyonu haline getirmemiz lazım. Şirketlerin üretimi, şirketlerin insan kaynaklarının yönetimi, şirketlerin finans yönetimi... Bütün bunların hepsi sanayicinin bakış açısını değiştirmesi gereken konular. Sanayi 4.0 da bunun bir parçası. Artık geçmişin izlerinden arınacak ve geçmişe fazla takılıp kalınmayacak bir tarza dönmesi gerekiyor. Yani biz artık ‘sanayi olsun da nasıl olursa olsun’ deme dönemini kapattık. İstanbul SanayiOdası olarak da asla böyle bir görüşü zaten benimsemiyoruz. Dış pazarda rekabet etme şansı olmayan, sadece çok heyecanla hazırlanmış ama gelecek planı olmayan yatırımların da hayatımızda bundan sonra asla olmaması en temel ve hepimizin dikkat etmesi gereken nokta. Onun için bu teknolojik gelişmeler de Türk sanayicisinin, Türk yatırımcısının mutlaka takip etmesi gereken konular.

Sizce önümüzdeki 25 yıldaTürkiye’de yeni üretim merkezleri nerelerde kurulacak?
Şimdi bu soru akla şunu getirmesin: ArtıkMarmara ve İstanbul’da üretimve sanayi bitecek! Yok öyle bir şey. Eğer Türkiye yüksek katma değerli, yüksek teknolojili, yüksek zenginlik, yüksek değer üreten niteliksel bir üretim arzuluyorsa bu bölgeler her zaman bu işin lokomotifi olacak. Yani bizim bırakın kısa vadeyi, orta ve uzun vadede de buralara alternatif olacak bölgeler yaratmamız mümkün değil. Türkiye’nin lokomotifi bu bölgeler. Son yıllarda verilmedik teşvik kalmadı ama insanlar İstanbul’u, Gebze’yi, Trakya’yı bırakıp da başka yere gitmiyor. “Ya, senin fikrin var ama ben İstanbul’da sana bunu yaptırmam.Git B şehrine, C şehrine” dediğin zaman adam oraya gitmiyorsa da o adama saygı göstermek lazım. Yani bugün silah zoruyla da para zoruyla da siz o insanı oraya götüremiyorsanız, onun altında yatan nedeni en iyi bilen o yatırımcıdır.

“Krizli ülkelerle ilişkiyi sürdüreceğiz”
Son 25 yıldaki en büyük başarı hikayelerinden biri ihracatta yazıldı. Türk ihracatçıları, 1990’da 13 milyar dolar olan ihracatı 25 yılda 150 milyar seviyelerine getirdi. İhracatta yeni dönem planlarını Ekonomist’e anlatan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi, “Ticari ilişkilerimizi şartların mümkün kıldığı en üst seviyede tutmak için çaba sarf edeceğiz” diyor.

Aram Ekin Duran / eduran@ekonomist.com.tr

Türkiye ekonomisinin son 25 yılda imza attığı en önemli başarı hikayelerinin başında ihracat geliyor. 1990’da 13 milyar dolar olan ihracat, bugün 150 milyar dolarlara ulaşmış durumda. Bu başarının arkasında kuşkusuz ihracatçıların tüm dünyaya mal satmak konusundaki özverili ve inatçı tavırları yatıyor. Ekonomist’in 25’inci yılında, son 25 yılda ihracat ve ihracatçının yaşadığı değişimi, yeni dönem hedeflerini Türkiye’deki tümihracatçıların çatı kuruluşu olan Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) Başkanı Mehmet Büyükekşi ile konuştuk. Büyükekşi’ye sorularımız ve aldığımız yanıtlar şöyle:

Son 25 yılda Türkiye'nin ihracatı nasıl bir gelşim gösterdi?
1980’li yıllardan itibaren dışa açılım politikasına ağırlık veren Türkiye’nin ihracattaki performansı giderek artış eğilimine girdi. 1980 yılında ihracatı sadece 2,9 milyar dolar olan, hizmet geliri ve turizm geliri yok denecek kadar az olan bir Türkiye vardı. 1990 yılında ise 13 milyar dolar ihracat yapan Türkiye, 2000 yılına gelindiğinde ihracatını 27,8 milyar dolara çıkardı. 2001 yılında patlak veren ekonomik krizle birlikte değişen koşullar uzun vadede ihracat üzerinde etkiler bırakmıştı. Kriz sonrasında dalgalı döviz kuruna geçiş ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ekonomide ciddi bir ivme yakalanmasına neden oldu.

İhracatta en önemli sıçrama hangi dönemde yaşlandı?
2005 yılına gelindiğinde ihracat rakamları beş yıl içinde yaklaşık iki kat artarak 73,4 milyar dolar seviyesine ulaştı. Bu yıllarda AB ile müzakerelerin başlaması, siyasi istikrar ortamı ve dünya ekonomisindeki olumlu seyir ekonomik performansa ve ihracata ivme kazandırdı. 2010 yılında yaklaşık 114milyar dolar düzeyine ulaşan ihracat, 2014 yılı sonunda 157,6milyar dolara ulaştı. 2015 yılı ise uzun süreden beri artış eğiliminde olan ihracatın dolar bazında bir miktar gerilediği bir yıl oldu.

Türkiye ihracatındaki yapısal dönüşüm nasıl gerçekleşti?
İhracatımızdaki yapısal dönüşüm 1980’li yılların başında 24 Ocak Kararları ile gerçekleşti. Böylece kapalı ekonomiden vazgeçerek ticaret, ihracat, kalite, rekabet terimleriyle tanıştık. Öyle ki, 1980’lerin başında TL konvertibl değildi. 1989 yılında konvertibl hale geldi. 2000’li yılların başında dönüşümsürecine giren dış ticaretimiz, geçen yıllarda meyvesini verdi. 2000 yılı verileri değerlendirildiğinde ihracatta payı en yüksek olan sektörler yüzde 19,5 ile giyimeşyası, yüzde 6,3 ilemotorlu kara taşıtı ve römorklar, yüzde 5,9 ile tarım ve hayvancılık ve yüzde 5 ile kimyasal madde ve ürünleri sektörleriydi. Bu tabloda giyim eşyası ve tarım ürünleri gibi birim fiyat ve katma değer bakımından görece düşük sektörlerde yoğunluk yüksekti.

Bugün ihracatın yapısı nasıl şekillenmiş durumda?
2014 yılına gelindiğinde bambaşka bir tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.Motorlu kara taşıtları sektörünün payı yüzde 12,9’a yükselerek ihracat pastasının en büyük paydaşı haline geldi. İkinci sırada yüzde 8,7 pay ile giyimeşyası yer alırken, üçüncülüğü yüzde 5 ile kimyasal madde ve ürünleri alıyor. Onu da mobilya ve kuyumculuk sektörü yüzde 4,8 pay ile izliyor. Değişimler ihracat sepetinde emek yoğundan sermaye yoğun sektörlere doğru bir eğilim olduğunu gösteriyor. İnovasyon, AR-GE, tasarım ve markalaşma sayesinde, daha yüksek katma değer yaratan ürünlerin payı Türk ihracatında her geçen gün artıyor.

Başarı getirecek 5 faktör
1- Katma değerli üretime yoğunlaşılmalı,
2- azar çeşitliliği sağlanmalı,
3- iskleri hedge edecek enstrümanlar kullanılmalı,
4- Kriz dönemleri fırsat olarak görülmeli,
5- Pazar ülkelerdeki ticari ataşeliklerle yakın ilişkiler kurulmalı.

gelecek-25-yil-20
Küresel dinamikler göz önüne alındığında, Türkiye'nin ihraç ürünleri portföyü ve niteli¤i yeterlimi?

İhracat verilerinin yıllık değerlendirilmesi yapıldığında, Türk ihracatının gelecekte olumlu seyir izlemesi bekleniyor. Bununla beraber, bugüne kadar yaşanan değişimsürecinin yeni bir safhaya geçmesi de olmazsa olmaz bir gereklilik. İhraç portföyünde geçmişe nazaran sermaye yoğun ve bilişimteknolojilerine doğru bir evrilmenin varlığı inkar edilemez. Lakin bu dönüşümün yeterli olup olmadığı konusunda tereddütler mevcut. Bilhassa, teknoloji devlerinin yarattıkları yüksek katma değerler, dünya ekonomisinde rekabeti farklı boyutlara taşıyor. Bu bakımdan Türkiye’nin bu alanlara ağırlık vermesi gerekiyor. Portföyde var olan ürünlerin geliştirilmesinin yanı sıra, yeni ürün tasarımıyla ihracat portföyünün özellikle yüksek katma değerli ürünler ağırlıklı olmak üzere genişletilmesi önem arz ediyor.

Son dönemde ihracatta bölgesel ve küresel geliflmelerin etkisiyle bir gerileme söz konusu. Bu durum devam edecekmi?
Bu dönemde Türkiye miktar olarak daha fazlamal satmış olsa da ihraç fiyatlarındaki gerileme nedeniyle daha az ihracat geliri elde etti. 2015 yılında başta petrol fiyatlarının düşüşü kaynaklı olmak üzere mal ve hizmet ithalatındaki düşüşün etkisiyle cari açığımız açısından oldukça başarılı bir performans sergiledik. Türkiye için kırılganlık arz eden cari açık/GSYH oranı 2014 yılı sonu itibariyle yüzde 5,8 iken bu yılın sonundaOVP hedefi olan yüzde 5,2 seviyelerinde gerçekleşmesini bekliyoruz.

2015’te ihracattaki gerilemede hangi nedenler etkili oldu?
2015 yılında sadece bizimdeğil aynı zamanda dünya ticaretinin gerilemesine neden olan iki ana unsur var: Petrol ve emtia fiyatlarındaki düşüş ve ABD Doları’nın diğer para birimlerine karşı değer kazanması. Yine de biz Türkiye olarak 2015 yılında dünya ticaretindeki payımızı arttırmaya devam ettik. Binde 9’a yaklaşan payımızı 2023’e kadar binde 1,5 seviyesine çıkarmayı hedefliyoruz. En büyük ticaret partnerimiz olan Avrupa Birliği’nin toplam ithalatından aldığımız pay ise ekimayı verilerine göre yüzde 1,19 ile tarihinin en üst seviyesine ulaştı. 2015 yılının dünya ekonomisine getirdiği bütün zorluklara ve ihracatımızdaki dolar bazlı daralmaya rağmen, diğer ülkelere kıyasla ihracat performansımızın olumlu bir noktada olduğunu söyleyebiliriz.

Yakın gelece¤e iliflkin en önemli beklentileriniz nelerdir?
2015 yılı Türkiye ekonomisi açısından her ne kadar zorlu bir yıl olarak geçse de, Türkiye her anlamda bu yılı başarıyla geride bıraktı. 2016 yılında, 64’üncü Hükümet Programı kapsamında hazırlanan yapısal reform adımlarıyla birlikte ihracatımızın ithalata olan bağımlılığı azaltılacak. Türkiye ekonomisi için kırılganlık arz eden cari açıkla mücadelede önemli adımlar atılacak. Büyümemiz daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulacak.

Özellikle kriz alanları olan Rusya- Ukrayna, Suriye-Irak,Mısır-Libya gibi bölgelere ihracatta önümüzdeki dönem hedefleri nelerdir?
Biz, var olan ticari ilişkilerimizi her zaman daha ileri seviyeye taşımaya çalışıyoruz. Genel olarak bu konuda da başarılı olduğumuz kanaatindeyim. Fakat bahsedilen bölgelerde ciddi siyasi problemler yaşanıyor. Bu sorunlar ihracatımızda olumsuz etkilermeydana getiriyor. Sadece kriz nedeniyle, bu bölgelere olan ihracatımızda 4milyar dolara yakın bir kayıp söz konusu. Öte yandan, söz konusu kriz bölgelerine ihracatımızda meydana gelen daralmaların kalıcı olmayacağını düşünüyorum. Çünkü bu ülkelerle ticari ilişkilerimizin gelişmesi sadece Türkiye için değil söz konusu bölge ülkeleri için de oldukça önemarz ediyor. Biz ticari ilişkilerimizi şartların mümkün kıldığı en üst seviyede tutmak için çaba sarf edeceğiz.

“Yüksek teknolojili üretime geçmeliyiz”
Türkiye geçen 25 yıl içinde otomotiv sanayiinde dünyanın sayılı ülkelerinden biri haline geldi. Bu performansın mimarlarından biri de Kibar Holding. Hyundai ile önemli bir işbirliği olan Kibar Holding’in yönetim kurulu başkanı Ali Kibar, sektörü Ekonomist için değerlendirdi. Kibar, “Şimdi sanayinin rekabet gücünü artırmalıyız. Bunun için de yüksek teknolojiye ağırlık vermeliyiz” diyor.

Sibel Atik / satik@ekonomist.com.tr

Otomotiv sektörünün önde gelen üretici ve ihracatçı gruplarından biri olan KibarHolding’in yönetimkurulu başkanı Ali Kibar, sektörüne ve Türkiye ekonomisine yönelik beklentilerini Ekonomist’e değerlendirdi. Geçen 25 yıllık süreçte kat edilen mesafenin ardından Türkiye’nin sanayileşme sürecini bitirdiğini kaydeden Ali Kibar, artık rekabet gücünün artırılması ve yüksek teknolojiye ağırlık verilmesi gerektiğini belirtiyor. Rekabetçi olmanın ve dünya ihracatından daha fazla pay almanın temel koşulunun yüksek teknolojiye ve marka odaklı üretime dayandığını kaydeden Ali Kibar, sorularımızı aşağıdaki gibi yanıtladı:

Sanayici bir aile olarak sizin gözünüzde 25 yıllık süreçte Türkiye ekonomisinin kat ettiği mesafeyi değerlendirirmisiniz?
Uzun bir dönem kapalı ve ithal ikameci sanayileşmemodelini benimseyen Türkiye ekonomisi, 1990’larda serbest piyasa anlayışıyla yeniden şekillendirildi. Uluslararası sermayeyle entegrasyonun hızlandığı bu dönemde uygulanan para, faiz ve döviz politikaları maalesef sürdürülebilir olmayan bir büyüme stratejisi ortaya koydu ve krizlerle karşılaştık. 2001 krizi sonrası uygulanan istikrar politikaları iç ve dış etkenlere karşı dirençli, uzun süreli büyümeye imkan veren bir ekonomiye kavuşmamızı sağladı. 2008’de küresel kriziyle küçülen Türkiye ekonomisi sonraki yıllarda belirli bir toparlanma sürecine girse de, bugün yepyeni bir ekonomi ve teşvik stratejisine ihtiyaç duyuluyor.

Nasıl bir büyüme modeline geçmek gerekiyor?
Basit bir örnek vermek gerekirse, bugün kişi başı milli gelir 10 bin dolar seviyesinde. Bu önemli bir gelişme. Fakat 1980’lerden bu yana Türkiye’de kişi başına gelirin ABD’dekine oranı yüzde 22-25 bandında seyrediyor. Kore’de bu oran aynı dönemde yüzde 21’den yüzde 60’a çıktı. Öyle anlaşılıyor ki mevcut sıcak paraya dayalı büyüme modeli aşamalı olarak terk edilirse, Türkiye ekonomisinin çok daha üst düzey bir ekonomik performans gerçekleştirmesi sürpriz olmayacak. Hızlı şekilde katma değeri yüksek ürünler doğrultusunda uzmanlaşmak, çok yönlü sektörel analizlere dayalı sanayileşme stratejileriyle Türkiye’nin dünya ekonomisindeki payının artmasına imkân sağlamak gerekiyor.

Geleceğe şekil verecek 5 faktör
1- Yüksek teknolojili ve markalı üretim,
2- Değişen müşteri taleplerine uyum,
3- Güvenlik, katılaşan emisyon kuralları ve düşük yakıt tüketimi,
4- Araç mimarisindeki değişim,
5- Yazılım ve elektronik donanım.

Böyle bir ekonomik büyümemodeli içinde sizin de yer aldığınız otomotiv sanayine ne düşlüyor?
Son 25 yılda sanayinin GSYİH içerisindeki payı sabit fiyatlarla 1990’lardaki yüzde 26’dan yüzde 33’lere çıktı. Detaya indiğimizde 1990’lardan bu yana emek ve doğal kaynak yoğun ürünlerin ve tarım ürünlerinin toplam ihracat içerisindeki payı azalırken, özellikle orta teknoloji ürünlerinin toplam ihracat içerisindeki payının sürekli bir artış eğilimi gösterdiğini görüyoruz. Burada düşündürücü nokta, ileri teknoloji ürünlerinin payının 1989’dan 2015’e yüzde 3-5 dolaylarında yatay bir seyir izlemeye devam ediyor olmasıdır. Günümüzde dünya pazarlarında rekabet gücü elde etmenin ve dünya ihracatından daha fazla pay almanın temel koşulu, yüksek teknolojiye dayalı ve marka odaklı üretimden geçiyor.

Peki sizce yüksek teknolojiye dayalı üretime ne kadar yakınız?
Şunu söylersekmübalağa etmiş olmayız. Türkiye sanayileşme sürecini bitirdi. Şimdi sanayinin rekabet gücünü artırmalıyız. Bunun için de sanayimiz yüksek teknolojiye ağırlık vermeli. İhraç ettiğimiz malların teknolojik yapısına baktığımızda yaklaşık yüzde 20’si kaynağa dayalı, yüzde 75’ı ise düşük ve orta teknolojili ürünlerden oluşuyor. Kore’de ise yüzde 13 civarı kaynağa dayalı, yüzde 11 düşük, geri kalan yüzde 76 ise orta ve yüksek teknolojili ürünlerden oluşuyor. Geldiğimiz noktada kamu-özel sektör ve üniversite işbirliğinde katma değeri yüksek, inovasyona, tasarıma ve markalaşmaya öncelik veren politikalara öncelik vermeliyiz. Sadece Avrupa ve yakın çevre değil, tüm pazarlarda aktif olmayı hedeflemeli ve orta ileri ve yüksek teknolojili ürünleri üreten ve ihraç eden bir Türkiye’ye geçişi elbirliğiyle sağlamalıyız.

gelecek-25-yil-21Otomotiv sektöründe yüksek teknolojili üretimde hangi noktadayız?
Otomotiv sektörü görece olarak daha iyi bir durumda. Dünyanın önde gelen otomotiv firmalarının Türkiye’de çoğunlukla yerli ortaklarla kurdukları tesisler bugün üretim kaliteleri, verimlilikteki yetkinlikleri, küresel ve gelişmiş pazarlara yaptıkları ihracat ile kendilerini kanıtlamış durumda. Türkiye otomotiv sektöründe uygulanan üretim yöntem ve teknolojileri, uluslararası firmaların kullandıkları yöntem ve teknolojilerle eşdeğer seviyede.

Geçtiğimiz dönemde Türkiye’ye otomotiv sektöründe pek çok farklı markadan ciddi bir yatırım dalgası geldi. Yeni bir yatırım dalgası bekliyormusunuz?
Uygun koşullar sağlandığı takdirde imkân dâhilinde görüyorum. Türkiye’de satılan otomobillerin yüzde 78’i ithal. Yerli üretimdemodel sayısının az olması ve iç pazarı doyuramaması tüketiciyi ithal modellere yöneltirken, yüksek vergiler de sektörü tam tersine teşvik ediyor ve yeni yatırımların önünde bir engel oluşturuyor.

Sektörde önümüzdeki yıllarda büyümenin anahtarı ne olacak?
Sadece ihracata odaklanıp iç pazarı dar tutarak Türkiye otomotiv sektörünün sürdürülebilir büyümesi, dolayısıyla yeni yatırımların gelmesi zor. Kişi başına düşen milli gelir artışının hızı da bir diğer önemli konu. İç pazarın büyümesi için satış vergilerinin yeniden düzenlenmesinin yanı sıra öncelikle kişi başına düşen milli gelirin de yükselmesi gerekiyor. Türkiye’de satılanmodel çeşitliliği artırıldığında ithal araç satışları da bir dengeye oturacak ve iç pazarın büyüyebilmesini sağlayacak. Bu da yeni yatırımları tetikleyecektir.

Tümbunlar gerçekleştiğinde otomotivde kapasite ve üretimne kadar büyür?
Şu anda sektör yüzde 72,8 kapasiteyle çalışıyor. Kapasitenin büyümesi için öncelikle iç pazarın büyümesi, bunun için kişi başınamilli gelirin artması, vergi yüklerinin azaltılması, yeni STA’lar ile yeni ihracat pazarlarına açılım, yabancı yatırımın önünü açacak teşviklerin sağlanması, iç pazar için üretilen araç modellerinin çeşitlendirilmesi gerekiyor. Uygun koşullar yaratıldığı takdirde beş yılda yüzde 20’lere varan kapasite artışlarını görebiliriz.

Önümüzdeki süreçte otomotiv endüstrisinin nasıl şekillenmesini bekliyorsunuz? Üretim ve yan sanayide ne gibi alanlar ön plana çıkacak?
Otomotiv sektörü, dünyanın en büyük yatırımlarının gerçekleştiği, bir ülkenin toplam üretimi içindeki payı ve ekonomik katkı oranı göz önüne alındığında en önde gelen sektörlerden biridir. Güvenlik, emisyon ve düşük tüketim yapılması gereken ciddi yatırımlar. Sürücüsüz ya da internete bağlı araçlar gibi yeni değişimlere uyumsağlamanınmaliyetleri, artan ve hızla güncellenen elektronik donanım ve yazılımların getirdiği ek maliyetler, üretici şirketleri bu dönemde birleşmeye yönlendirebilir. Bu otomotiv şirketleri arasında olabileceği gibi tedarikçileri ve teknoloji şirketlerini de kapsayabilir. Otomotivde sanıldığı gibi ciddi marjlar maalesef yok, ölçek ekonomisi çok önemli. Artık yıllık 1,5 milyonun altında üretim yapan otomobil üreticilerinin uzun süre bağımsız kalamayacaklarını düşünüyorum.

“Bütün nesneler birbiriyle konuşacak”
Vodafone Türkiye CEO’su Gökhan Öğüt, 4,5G ile kullanılmaya başlayacak yeni nesil genişbant teknolojilerinin gelecekte hayatımızın her saniyesinde etkisini göstereceğini söylüyor. Öğüt, “Eğitimden sağlığa her alanda teknolojisiz adım atmanın mümkün olmayacağı, sadece insanların değil makinelerin ve hatta diğer tüm nesnelerin birbiriyle konuşacağı bir geleceğe doğru hızla ilerliyoruz” diyor.

Gözde Yeniova / gyeniova@ekonomist.com.tr

Telekom sektörü en büyük değişimi gerçekleştiren ve bu değişimle çoğu alanı da dönüştüren bir özelliğe sahip. Özellikle GSM operatörlerinin pazara gelmesiyle birlikte rekabetin artması vemobil genişbant teknolojileriyle ses ilemesajlaşmadan internet odaklı hizmetlere geçilmesiyle büyük bir dönüşüm yaşandı. Şimdi de 4,5G ve sonrasında 5G teknolojisiyle bir başka döneme girilecek. Geçmiş dönemin kırılma noktalarını ve geleceğe ilişkin sektörde yaşanacak gelişmeleri son yılların en atak şirketi olan Vodafone Türkiye CEO’su Gökhan Öğüt ile konuştuk.

Geçmiş döneme ilişkin telekom sektöründe hangi kritik süreçler yaşlandı? 25 yılda en önemli dönüşümler hangi alanlarda gelişti?
Son 25 yılda yaşadığımız en önemli dönüşüm,mobil genişbant teknolojilerinin hayatımıza girmesi ve akıllı telefonların kitleselleşmesi oldu. Bu süre zarfında telekomsektörü tümdünyada sabitten mobile, sesten veriye, çevirmeli bağlantıdan genişbanta evrilirken, elektronik cihazlar da masaüstü bilgisayarlardan akıllı telefon ve tabletlere büyük bir hızla dönüşüme uğradı. Bu değişim günden güne devam ediyor. Mobil iletişim teknolojileri sadece haberleşme ihtiyaçlarımızı karşılamakla kalmıyor, sağlıktan tarıma, finanstan eğitime, yenilikçi hizmetler sunarak, yatay kestiği sektörlerde sağladığı verimlilik artışıyla ekonomik büyümenin de lokomotifi oluyor.

Türkiye telekom sektörünü ve dünyayı karılaştırdığımızda önümüze nasıl bir tablo çıkıyor?
Türkiye’de bilgi teknolojileri ve iletişim sektörü son 13 yılda hızlı bir büyüme trendi yakaladı. Özellikle mobil iletişim alanında dünya ile yarışır konuma geldik. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu tarafından hazırlanan 2015 yılı üçüncü çeyrek verilerine göre, Türkiye'deki mobil telefon abone sayısı 73 milyonu aştı, 3G’deki abone sayısı ise 63 milyonun üzerine çıktı. Mobil iletişimdeki bu hızlı gelişime rağmen, sabit iletişimde aynı noktada olduğumuzu söylemek zor. Ekonomik gelişme ve rekabet gücünde artış hedefliyorsak, ulusal çapta yeni nesil şebeke kurulumunu gerçekleştirmemiz, şu anda 4,5G, ardından 5G ve fiber erişiminde mutlaka dünya çapında bir düzeye gelmemiz gerekiyor.

Sektörün önünde en büyük yenilik 4,5Gteknolojisinin kullanıma başlaması olacak. Bu nasıl bir değişimi beraberinde getirecek?
4,5G ile mobil iletişimde yeni bir dönem başlayacak. Tamamen IP tabanlı ve veri taşımak üzere geliştirilen 4,5G teknolojisiyle, ses, SMS ve veri gibi her tür aktarım, tek bir ortamda, başka bir deyişle internet üzerinden gerçekleşecek. 4,5G’yi önceki genişbant teknolojileriyle kıyasladığımızda, daha yüksek aktarım hızları, kapasite ve kalite sağladığını görüyoruz. Bu teknolojiyle 3G'nin en az 10 katı hızlara ulaşacağız. Artan kapasite ve hız ile mobil genişbant hizmetlerinde kalite artacak. Kullanıcıların talep ettiği içerikler, eskiye göre çok daha hızlı bir şekilde akıllı cihazlarının ekranına gelecek. Ayrıca, kullanıcıların karşı tarafa gönderdiği, örneğin banka işlemleri dolayısıyla verilen komutlar gibi komutlar da eskiye göre çok daha hızlı bir şekilde hayata geçecek.

Geleceğin 5 trendi
1- 4.5G teknolojisi için gerekli fiber yatırımlarının yapılması gerekiyor.
2- Kurumlar kaçılmaz olarak dijitalleşmek zorunda kalacak.
3- M2M teknolojisi ile tüm nesneler birbiriyle konuşacak.
4- Genişbant teknolojileri hayatımızın her yerinde olacak.
5- Kapasite ve hız artışı gereğiyle 5G’ye geçiş sağlanacak.

gelecek-25-yil-22

Bu değişimin iş süreçlerine etkisi nasıl olacak?
4,5G teknolojisi, daha hızlı, daha etkin ve daha rekabetçi iş süreçlerinin de mimarı olacak. Özellikle gecikme süresinin kısalmasıyla, online işlemve faaliyetler gerçek zamanlı yapılabilecek. Bu da iş süreçlerinde önemli ölçüde verimlilik artışını, rekabetçiliği ve maliyet avantajını beraberinde getirecek. İş dünyası, daha akıllı ve yenilikçi iş yapma biçimlerini benimseyerek dijitalleşmeyi mümkün olan en hızlı şekilde gerçekleştirecek. 4,5G, özellikle makinelerarası iletişim (M2M) alanında önemli büyüme sağlayacak. Çok yakında buzdolaplarının, otomobillerin hatta ofisinizdeki kahve makinesinin bile birbiriyle iletişim halinde olacağı bir geleceği yaşayacağız. M2M sayesinde, iş süreçlerinin hızlanması, akıllı kentlerde yaşama geçiş, eğitimden sağlığa, tarımdan belediyeciliğe birçok alanda verimlilik artışı mümkün olacak. Bulut bilişim ile iş uygulamaları artık bir donanıma ya da bir lokasyona bağlı olmadan gerçekleşecek.

Önümüzdeki dönemde sektörde bizi neler bekliyor?
Türkiye, 4,5G ihalesiyle telekom sektöründe yeni bir döneme girdi. 4,5G ihalesi kapsamında tahsis edilen yeni frekanslar yeni yatırımların önünü açarak ekonomimizde sıçrama sağlayacak bir etki yaratacak. Ek istihdam sunacak ve en önemlisi ülkemizin dijital dönüşüm sürecini hızlandırarak dijitalleşmede öncü ülkeler arasında yer almamızda etkili olacak. Dolayısıyla, Nisan 2016 itibariyle hayatımıza girecek olan 4,5G teknolojisini, Türkiye’nin dijital tarihinde bir dönüm noktası olarak değerlendiriyoruz.
Gelecek 25 yıllık dönemde telekom sektöründe nasıl bir değişim dönüşüm olmasını bekliyorsunuz? Bundan 25 yıl sonrasını hayal ettiğinizde nasıl bir tablo görüyorsunuz?
İletişimde yeni bir çağın habercisi olan 4,5G, hemen ardından 5G’yi ve nesnelerin internetini de getirecek. Henüz geliştirme aşamasının ilk evresinde olan 5G teknolojisiyle,mobil şebekelerin hız, esneklik ve sistem zekâsı gibi özelliklerinde köklü gelişmeler yaşanacak. 5G ile dünya üzerinde birbirine bağlanmış durumdaki milyarlarca cihaz, sorunsuz idare edebilecek akıllı bir iletişim ağı haline gelecek. Otomobilden ilaca, ayakkabıdan tencereye kadar birçok nesneyi internete bağlayacak 5G şebekesinde tüm nesneler birbiriyle internet üzerinden konuşabilecek. Yeni nesil genişbant teknolojilerinin toplumsal hayatımızın her saniyesinde etkisini göstereceği, eğitimden sağlığa her alanda teknolojisiz adım atmanın neredeysemümkün olmayacağı, sadece insanların değil makinelerin ve hatta diğer tüm nesnelerin birbiriyle konuşacağı bir geleceğe doğru hızla ilerliyoruz. Doktorların hastalarını anında uzaktan tedavi edebileceği, eğitimin herkes için eşit olacağı, herkesin bir dokunuşla istediği bilgiye ulaşacağı, yaşamın her zaman her yerde çok hızlı ve kesintisiz akacağı bir geleceği yaşayacağız.

Yerli üretimin önünün açılması gerekiyor
Nezih Barut, Türkiye’nin en büyük yerli ilaç üreticisi Abdi İbrahim’in yönetim kurulu başkanlığını yürütüyor. Bunun yanı sıra İlaç İşverenleri Sendikası Başkanı da olan Barut, Ekonomist’in 25’inci yıl sayısı için sektörün geleceğini değerlendirdi. Barut, özellikle biyoteknolojik ilaç üretiminin ve ihracatının artacağına dikkat çekiyor.

Türk ilaç sektörünün son 10 yılına baktığımızda büyük değişimler yaşandığını görüyoruz. Yaşanan gelişmeler sonucunda, halkın ilaç ve sağlık hizmetlerine erişimi arttı. Ülkemizin sağlık ve yaşam kalitesi de büyük bir hızla gelişimgösterdi. Ancak, zaman içinde sağlık hizmetlerindeki bu iyileştirmenin getirdiği maliyeti karşılamak amacıyla uygulamaya konulan fiyat ve geri ödeme politikaları, ilaç endüstrisinin gelişimini sekteye uğratacak bir niteliğe büründü. Endüstrimiz; 11 binden fazla ürün, 65 üretimtesisi, 300’den fazla kuruluş ve 30 bin çalışanı ile Türkiye ekonomisinin önemli yapı taşlarından biri. Avrupa Birliği, BDT, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere 170 ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz. Zor koşullara rağmen özellikle son yıllarda AR-GE alanındaki yatırımlar hızlandı ve endüstrimizde akredite AR-GEmerkezi sayısı artış gösterdi. Biyoteknolojik ilaçların, dünya ilaç pazarında güçlenen rolüne paralel olarak ülkemizde de üretimine yönelik çalışmalar başlatıldı.

REKABET NE YÖNDE?
Abdi İbrahim olarak bu alandaki gelişmelerin takipçisiyiz. 100 milyon dolarlık yatırımla, Türkiye’nin en büyük biyoteknolojik ilaç üretim tesisi AbdiBio’yu kurmak için önemli bir adım attık. İnşaatı devam eden Abdi- Bio, Türk ilaç sektörünün geleceği için umut verici bir yatırımdır. AbdiBio üretim tesisimizi Ocak 2017’de tamamlamayı planlıyoruz. Türkiye için son derece önemli olduğunu düşündüğümüz biyoteknoloji alanında gerçekleştirilecek üretim ve ihracatın, ekonomimizin en önemli gündemi olan cari açığın da ilacı olacağına inanıyoruz. Gelişmiş ülkelerdeki büyümenin durması, gelişmekte olan ülkelerde artan ve yaşlanan nüfus, kamu sağlık hizmetlerinde ve ilaca erişimde iyileşme, ortalama yaşam süresindeki yükselme, artan refah düzeyi ve farkındalık gibi faktörler önümüzdeki dönemde ilaç tüketimini kaçınılmaz olarak artıracak. Bu da ülkemizin yabancı yatırımcılar açısından çekici bir pazar olmasını sağlayan en önemli unsurlardan biri.

Gelecek beklentileri
1- Yerli üretime avantajlar, belirleyici olacak.
2- Yabancılar, ithalat yerine fasona yönelecek.
3- Yüksek ölçekli üretim yapanlar kalıcı olacak.
4- Türkiye pazarına yabancı girişi artacak.
5- Küçük şirketlere ilişkin satın alma sürecek.

YERLİ ÜRETETİM DESTEKLENİYOR
Yabancı firmaların genellikle dünya ölçeğinde büyük firmalar olması, daha düşük maliyetlerle üretim yapabilmelerine imkan tanıyor. Bu durum onlara önemli bir rekabet avantajı sağlıyor. Piyasaya yeni ithal ilaçların girmesi zorlaşıyor. Yabancı firmaların yeni ürünleri ithal etmek yerine fason olarak yerli firmalara ürettirmesi yönünde bir eğilim olacağını öngörüyoruz. Bununla beraber, geri ödeme sisteminde yerel üretilmiş ürünlere avantaj sağlanacağını biliyoruz. 10 Aralık’ta Eylem Planı’nda açıklandığı şekliyle, yerli eşdeğeri olması halinde ithal ürünler geri ödeme listesinde yer alamayacak. Böyle bir durumda, yerli ilaç üretimkapasitesi daha verimli kullanılarak sektörde yaratılan katma değerin artacağını düşünüyoruz. Ayrıca eylem planında sektörümüzde yerli üretimi destekleyen başka maddeler de mevcut. İlaç endüstrisi AR-GE’ye dayalı bir sanayi dalı olduğu için ekonomik teşviklerin yanı sıra stratejik hedefler güden politikalar geliştirilmesi de gerekiyor. Ayrıca ulusal ilaç firmaları ve uluslararası firmalar arasında yapılacak ortaklıklar da hemendüstrimizin dünya pazarlarına erişimini artıracak, hem de yeni know-how getirilmesini sağlayacaktır. Nisan 2015’te yatırım teşvik mevzuatında değişikliğe gidilmiş ve öncelikli yatırımlar tanımında yer alan ‘biyoteknolojik ilaç, onkoloji ilaçları ve kan ürünleri üretimine yönelik yatırımlar’ yerine ‘eczacılıkta ve tıpta kullanılan kimyasal ve bitkisel kaynaklı ürünlerin imalatı’ ifadesine yer verilmiştir. Yapılan bu düzenlemeden, devletin ilaç sektörüne öncelik verdiği ve yerli üretimi desteklemeye kararlı olduğunu görüyoruz. Ancak, mevcut fiyat politikası devam ettiği sürece küçük ölçekli yerli firmaların ayakta kalması zorlaşacaktır. Bu da küçük firmaları, piyasaya girmek isteyen yabancı firmalar için potansiyel satın alma hedefi haline getirebilir.

gelecek-25-yil-23

YABANCI PAYI YÜKSELECEK
İlaç sektöründe ölçek çok önemli. Daralan kâr marjları karşısında büyük ölçekli üretim yapan firmalar ayakta kalabiliyor. Ayrıca şirket birleşmeleri ve satın almalarında, potansiyel olarak pazarlama ve idari giderlerden yüksek tasarruf sağlanabiliyor. Buradaki sinerji ise ilerleyen yıllarda sektörde konsolidasyonun artacağına işaret ediyor. Bu çerçevede, önümüzdeki dönemde Türk ilaç sektöründe yabancı payının artması beklenebilir. Sektörün geleceğiyle ilgili bir başka önemli nokta ise referans biyoteknolojik ve biyobenzer ürünlerin pazar payında beklenen artıştır. Devlet de biyoteknoloji yatırımlarına önemli teşvikler sağlıyor. Yerel üretimde bio benzer ürünlerin fiyatlandırılmasında verilen avantajlar buna örnek teşkil ediyor.

BİYOT EKNOLOJİDE REKABET
Biyoteknolojik ilaçlar ülkemizde gittikçe önem kazanan konulardan biri. Kamunun bu alandaki stratejik desteğiyle, AR-GE alanında ilerleme sağlanabilirse, endüstrimizin üreteceği katma değerli ve biyoteknolojik ürünler ihraç edilerek dış ticaret açığının azaltılması sağlanabilecektir. Dünya ilaç pazarındaki gelişmelere paralel olarak, 2015 IMS verilerine göre, Türkiye’de biyoteknolojik ürünler değer bazında, hastane ihaleleri hariç, toplam reçeteli ilaç pazarının yüzde 23’ünü oluşturmaktadır. Bu oranın önümüzdeki dönemde kullanıma sunulacak yeni ürünlerle artmasını bekliyoruz. Biyobenzer ürünlerin Türkiye’de üretilip piyasa girmesiyle, ciddi bir rekabet oluşacağını düşünüyoruz. Bu da hem sektörün katma değerini artıracak hem de hastaların ilaca daha uygun fiyatla ulaşmasını sağlayacak. Bu açıdan da büyük önem taşıyor.

GELECEK ÖNGÖRÜLERİ
Bizim önemli hedeflerimizden biri sektörde uluslararası bir ‘oyuncu’ olmak. Cezayir ve Kazakistan gibi ülkelerde yaptığımız yatırımlar bu yönde atılan önemli adımlar ve bu hedefimizin önemli bir göstergesi. Türkiye’nin ithalatçı konumunda olduğu bu sektördeki durumu tersine çevirmeyi amaçlıyoruz. Bugünü olduğu kadar geleceği de önceliğimiz olarak görüyoruz. Bu nedenle her zaman öncü ve yenilikçi olmayı odağımıza koyuyoruz. AR-GE yatırımlarımıza hız kesmeden devam ediyor ve her yıl bir önceki yıldan daha fazla AR-GE yatırımı yapıyoruz. Dünyada da giderek daha önem kazanan biyoteknolojik ilaçların ülkemizde üretimini, yüksek teknoloji know-how’ının ülkemize kazandırılması ve yurtdışına çıkan döviz ve katma değerin ülkemizde kalması anlamında çok önemli buluyoruz. Abdi Bio yatırımı, ürün geliştirme ve birçok ülkedeki ruhsatlandırma yatırımlarımızla, iç pazarda olduğu gibi, iki yıl içerisinde ihracat rakamlarında da liderliği almayı hedefliyoruz. Bununla birlikte, yurtiçinde sahip olduğumuz bilgi ve tecrübeleri yurtdışına taşıyarak organik ve inorganik yollarla büyümek istiyoruz. En kıymetli varlığımız olan insan kaynağımızın gelişimini de devam ettireceğiz..

“Mesleklerin yüzde 60’ı 20 yıl sonra olmayacak”
Eğitim, son yıllarda Türkiye’nin en hızlı büyüyen sektörlerinin başında geliyor. Özel okullaşma her ne kadar şu anda yüzde 3-4 düzeyindeyse de 2023’te bu oranın yüzde 15’lere ulaşması hedefleniyor. Eğitim sektörünün duayenlerinden Bahçeşehir Uğur Eğitim Kurumları Yönetim Kurulu Başkanı Enver Yücel, eğitim sisteminin bugünkü mesleklerin olmaması üzerine kurgulanması gerektiğini söylüyor.

Fatoş Bozkuş / fbozkus@ekonomist.com.tr

Eğitim sektörü, yaklaşık 25 bin kurum ve kuruluşun yer aldığı, 300 binden fazla istihdamsağlayan, ülkemizde hızlı gelişmeye müsait sektörlerden biri. 2015 MEB bütçesi yatırımlar dahil 65 milyar TL civarındaydı. Ancak sektörü özel eğitim kurumlarının yaptığı yatırımlar büyütüyor. 2000-2014 yılları arasında özel okul sayısındaki 3 kat artış dikkati çekiyor. 2000 yılında bin 788 olan okul sayısının geçen yılın sonunda 5 bin 118’e ulaştığı görülüyor. Bugün 700 bine yakın öğrenciye hizmet veren özel okullar, okul öncesi dahil zorunlu eğitim çağındaki öğrencilerin yüzde 3-4’üne eğitim fırsatı sunuyor. Gelişmiş ülkelerde ise özel okullaşma oranları yüzde 10-15’ler seviyesinde. Belçika, Fransa Almanya’da bu oran yüzde 40’lara çıkıyor. Bu ülkelerdeki oranların yüksek olmasının en önemli nedeni ise kamu destekli özel okulların fazla olması. Eğitimsektörünün duayenlerinden Bahçeşehir Uğur EğitimKurumları Yönetim Kurulu Başkanı Enver Yücel ile sektörün 25 yılda geldiği noktayı ve gelecek 25 yılı konuştuk. 2023’e kadar Türkiye’de de özel okullaşma oranının yüzde 15’lere çıkmasını bekleyen Yücel, anaokulundan başlayan ve üniversiteye kadar uzanan eğitimsektörünün hem nitelik hem de sayısal olarak gelişmesi için yapılması gerekenleri anlattı.

1973’te üç odalı bir dershaneyi alarak ilk yatırımı yaptığınız dönemden bu yana Türkiye’nin eğitim sektörü nasıl bir gelişim yaşadı?
Sektöre ilk girdiğimde eğitimsadece öğretmenlerin ve devlet adamlarının konuştuğu bir konuydu. Ben yatırım yaptığım günlerde sektörün bu kadar büyüyeceğini düşünmemiştim. Zaman içinde eğitim ülke gündemini meşgul eden konulardan oldu. Son 15 yıldır patronlar da eğitimi konuşmaya başladı, hatta bu alana yatırım yaptı. Eğitim ekonomisi diye bir kavram var artık. Eğitim hizmetinin devletin sorumluluğu olduğu algısı da değişmeye başladı. Son 10 yıldır özel sektör eğitimdemarka yaratma ve bunu büyütme gayretinde. Son 10 yılda özel okullaşma yüzde 2,5’lerden yüzde 4’lere yükseldi. Eskiden sadece büyük illerde özel okullar varken, bugün özel okul olmayan il sayısı beşten fazla değildir. Sektör süratle gelişiyor. Dünyanın farklı yerlerinden fonlar geldi ve bu kurumlarla ortaklık kurdular. Yükseköğretimde de girişimler var. Bundan 25 yıl önce hiç vakıf üniversitesi yoktu. Bugün 180 üniversitenin yüzde 40’ı vakıf üniversitesi.
Eğitim sektöründeki bu değişimin sürmesi hatta sektörün daha da büyümesi için eğitimpolitikalarında nasıl bir değişime ihtiyaç var?
Öncelikle eğitimhizmetini devletin vermek zorunda olduğu inancından vazgeçilmeli. Herkes istediği okula gidebilmeli. Devlet, hizmeti veren değil, satın alan olmalı. Eğitimde bu yolda çalışmalar var. Örneğin özel okula çocuğunu göndermek isteyenlere devlet 3-4 bin TL civarında bir destek sağlıyor. Bu, Anadolu’da okul ücretinin neredeyse yüzde 40’ı. Kapı aralandı ve zihniyette bir değişiklik oldu. Ama yeterli değil. Okulların özelleşmesi lazım. İngiltere’de bugün okulların yüzde 75’i özelleşti. Devlet eğitimkurumlarını denetliyor ve öğrencinin parasını veriyor. Kısacası, anayasa değişince eğitimdeki kısıtlamalar da azalacaktır diye düşünüyorum.

“Büyümeye devamedeceğiz”
Eğitim sektörünün geleceğini konuştuğumuz EnverYücel’e, BahçeşehirUğur EğitimKurumları’nın gelecek hedeflerini de soruyoruz.Yücel, bu konudaki hedeflerini şöyle dile getiriyor: “Büyümeye devamedeceğiz. Bugün BAUGlobal olarak Almanya, Amerika,Gürcistan ve Türkiye’de toplamdört tane üniversitemiz var. 2023’te bu sayıyı 10’a çıkarmak istiyoruz. BahçeşehirOkulları ise 2023’te Türkiye’de 100 kampüs ve 400 okula ulaşır.Dünyanın çeşitli yerlerinde de okullar açarız.UğurOkulları olarak ise üç yıl içinde 175 okula ulaşma hedefimiz var.”

Orta vade'de özel okullaşma oranında nasıl bir değişim bekliyorsunuz?
2023’te hiç değilse yüzde 15’lere çıkması lazım. Devlet en fazla bütçeyi eğitime ayırıyor ama bunun nasıl hizmete dönüşeceği konusunda bir dönüşüme ihtiyaç var. Eğitim sivilleşmeli.

gelecek-25-yil-24Önümüzdeki 25 yılda sektörde ne gibi bir gelişim ve değişim bekliyorsunuz?
Bugün çalışan nüfus ortalama altı yıl okula gitmiş, bunu 11 yıla çıkarmak lazım. 21’inci yüzyıl becerilerini öğretmek çok önemli. Artık Google çocuklar istemiyoruz. Bilgi her yerde, önemli olan bilgiyi nasıl kullanacakları. Yeni dönemde bunu öğretmemiz gerekiyor. Bugün anaokuluna başlayanlar üniversiteyi bitirdiklerinde bugünkü mesleklerin yüzde 60’ı olmayacak. Hatta bugünkü yaşam biçimimiz de 20 yıl sonra aynı olmayacak. Bu gerçeği bilip ona göre eğitimin içeriği oluşturulmalı.

Yücel’den 5 altın öneri
1- Özel okullaşma oranı artmalı. Eğitimin sivilleşmesine ihtiyaç var.
2- Yabancıların eğitime yatırım yapabilmesine yönelik kanunda değişiklik yapılmalı.
3- Anaokulu eğitimine üniversiteden daha fazla önem verilmeli.
4- Eğitim üretime dönük olmalı.
5- Uluslararası öğrenci çekmek için devlet teşvik ve destekleri gelmeli.

Eğitim ve öğretim müfredatları baştan mı yazılmalı?
Bugün dünya değişen teknolojiyle birlikte interdisipliner bir eğitime geçti. Tıp mühendisleri var artık. Bu interdisipliner anlayış anaokulunda verilmeli. Çocuklarımızı geleceğe hazırlamak için robotik ve kodlama öğretmeliyiz. Biz kendi okullarımızda anaokulunda kodlama eğitimi veriyoruz. STEM eğitimleri çok önemli. Fen liseleri demode oldu, bunun farkına varılmalı. Biz hep üniversite eğitimini önemli görüyoruz ama okul öncesi eğitim ondan daha önemli. Çünkü fiziksel olarak çocuğun beyni o yıllarda gelişiyor. Lise ve üniversite sınavlarının da bir an önce değişmesi gerektiğine inanıyorum. Bir başka eksiklik de üstün yetenekli eğitimlerinde. Bu konuda bir politikamızın olmaması çok büyük bir eksiklik. Bununla da ilgilimutlaka çalışmalar yapılmalı.

Vakıf üniversitelerindeki artışı yeterli görüyor musunuz?
Yeterli değil. Üniversitelerin hepsi aynı. Farklı anlayışlı üniversiteler olmalı. Terzilik, ya da iletişim üniversitesi olmalı mesela. Ben gelecekte üniversitelerinmodüler hale geleceğini ve kampüslerin ortadan kalkacağını düşünüyorum. Öğrenciler 4-5 yılını bir kampüste geçirmeyecek, dünyayı dolaşacaklar. Üniversitede önemli olan dersin anlatılması değil, öğrencinin birebir uygulamanın içinde olmasıdır. Üretime dönük eğitimler olmalı.

2023’te 250 bin yabancı öğrenci çeker miyiz?
Bugün pek çok özel okulun yabancı bir fonla ortaklığı var. Yabancıların eğitime yatırımyapabilmesi yönündeki kanunun değişmesi halinde eğitim sektöründe büyüme çok hızlanır. Türkiye’de yüksek öğretimde özelleşme ve yabancı sermayenin gelişinin önünün açılmasıyla 5-6milyar dolar bir yatırımın ülkeye gelebileceğini düşünüyorum. Türkiye, eğitimin önünün açılmasıyla birlikte bu konuda lider ülke olabilir. Türkiye yabancı öğrenciler için bir cennet. Ancak hala yeterli öğrenci çekemiyoruz. Uluslararası öğrenci bir yılda 40 bin dolar para harcıyor. Bu, ihracat anlamına geliyor. Yedi yıl önce Türkiye’ye yılda 20 bin öğrenci gelirken bu yıl 78 bin öğrenci geldi. 2023’te bu sayının 250 bin olmasını bekliyoruz. Ancak sağlık turizminde olduğu gibi bazı devlet desteklerinin ve teşviklerin olması gerekiyor.

“Online her sektörde offline’ı geçecek”
Yemeksepeti.com’un CEO’su Nevzat Aydın, e-ticaret sektöründe başarılı bir çıkış yapmış ve buradan elde ettiği geliri 140 çalışanıyla paylaşmıştı. Aydın, önümüzdeki dönemde e-ticaretin ekonomide ‘dominant’ sektör olmasını bekliyor. Nevzat Aydın, “Online her sektörde offline’ı geçecek. Ana mecranın mobil olduğunu anlamayan e-ticaret şirketleri ise ayakta kalamayacak” diye konuşuyor.

Gözde Yeniova / gyeniova@ekonomist.com.tr

Bundan 25 yıl önce var olmayan bir sektör olan e-ticaret, özellikle internet hızının artmasıyla birlikte ekonominin dinamo sektörlerinden biri haline geldi. Son 10 yılda e-ticaret alanında yaşanan değişim, iş yapış şekillerini ve kullanım alışkanlıklarını büyük ölçüde değiştirdi. Bu değişimin öncülerinden biri de kuşkusuz Yemeksepeti. com oldu. Yemeksepeti.com CEO’su Nevzat Aydın ile e-ticaret sektörünün gelişimini ve bundan sonraki süreçte dönüştüreceği ekosistemi konuştuk.

Geçmişte e-ticarette nasıl kritik süreçler, kırılma anları yaşandı?
Türkiye’de internet ve e-ticaret denildiğinde üç tane kırılmadan bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki 2005- 2006 yıllarında Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle beraber evlere yüksek hızlı internetin girmesi. Bu şekilde insanlar sadece işyerlerinde değil, evlerinde ve özel hayatlarında da internet kullanmaya başladı. Böylece kullanıcı sayısı ciddi oranda büyüdü. İkinci kırılma ise 2010’da oldu. Bu dönemde internet sadece gezinmek, e-mail ve sohbet etmek için değil, alışveriş yapmak için de kullanılmaya başladı. Burada private shopping, grup satın alma ve bizimgibi şirketlerin çok büyük etkisi var. Üçüncü kırılma ise 2014- 2015 yıllarında mobil tarafında oldu. Bu dönemde mobil kullanım arttı. Akıllı telefon artık elimizden hiç düşmüyor. İnterneti kullandığımız ana araç, mobil telefonlar oldu.

Global pazar ile karşılaştırdığımızda Türkiye bu evrimi nasıl geçirdi?
Daha yavaş ve geriden gelen bir şekilde geçirdi. Çünkü yüksek hızlı internete geçişimiz çok sonra oldu. Ama akıllı telefon penetrasyonuna bakıldığında adaptasyon çok daha hızlı oldu. Şu an zaten satılan telefonların çok büyük oranı akıllı telefon. Önümüzdeki birkaç yıl içinde de tümtelefonlar akıllı olacak. Bu da herkesin internet yoluyla birçok hizmete artık akıllı telefonlardan çok kısa sürede ve kolay bir şekilde ulaşabilecekleri anlamına geliyor. Örneğin Yemeksepeti.com’un siparişlerinin yüzde 60’ı mobil cihazlardan geliyor.

Bahsettiğiniz kırılmalarda Yemeksepeti’nin gelişimi nasıl gerçekleşti?
Bahsettiğim kırılmalardan ilk ikisinde de vardık ancak ikincisinde internetin her eve girmeye başlaması, bizimiçin de kırılma noktası oldu. Daha önce sadece işteyken öğlen saatinde sipariş veriliyorken, zaman ilerledikçe siparişler akşam 7-9’a doğru kaydı. İkinci kırılımda çok büyük sipariş artışı ve kullanım oldu. Üçüncüde platform değiştirme oldu. Mobil ana mecra oldu ve bizim için de durum böyle gelişti.

“Mobil ana mecra olacak”
Önümüzdeki dönemde e-ticaret ve internet sektöründe bizi yeni neler bekliyor? Ana mecranın mobil olduğunu anlamayan e-ticaret şirketlerinin ayakta kalamayacağını düşünüyorum. Ana mecrayı web olarak düşünüp yapılanma ve planlamasını bunu göre yapan şirketlerin silinmesini bekliyorum. Geleceğin mobil olduğunu herkesin kavraması gerekiyor. Tabletin ve notebook’ların yerini akıllı telefonların almasını bekliyorum. Daha popüler olacağını düşündüğüm modellerde verimliliğin ön plana çıkacağını tahmin ediyorum. Airbnb, araç paylaşımı, kargo ve teslimatların başka insanlarla yapılması, crowdsourcing, nesnelerin interneti çok fazla artacak. Bulut bilişim artarak devam edecek. Pazar yeri modeli başta olmak üzere niş e-ticaret projelerinin başarılı olmasını bekliyorum. Bunun için ayda 2-3 milyon TL ciro yapan şirketler olmaları gerekiyor.

Kırılmaların yaşandığı dönemlerde şirketler için nasıl fırsatlar ortaya çıktı? Bunu kimler yakalayabildi?
Son beş yıla baktığımızda Türkiye’de çok fazla sivrilen internet şirketi olduğunu düşünmüyorum. Hala Yemeksepeti. com, Hepsiburada.com, Gittigidiyor.com, Sahibinden.com gibi siteler ön planda. Son olarak N11.com, pazar yeri anlamında başarılı oldu. Ama onun dışında çok fazla oyuncunun olduğu bir pazardan bahsetmek mümkün değil. Genelde pazar yerlerinin başarılı olduğunu görüyoruz. Klasik anlamdaki e-ticaret projelerine göre daha başarılılar. Önümüzdeki yıllarda da pazar yeri projelerinin en popüler iş modeli olacağını düşünüyorum.

gelecek-25-yil-25Yabancı yatırımcılar da e-ticaret sektörüne yatırım yapmaya geliyor. Bu tarafta neler bekliyorsunuz?
Son 10 yıldır aynı şeyi söylüyorum: Türkiye’ye yabancıların ilgisi artacak, yatırım gelecek, gelişmekte olan ülkeler arasında Türkiye’nin konumu çok iyi… Ancak bir türlü bu potansiyelini yeterince kullanamıyor. Çıkış için gerekli enstrümanların olmaması etkili olabilir. Halka açılmak bir alternatif olabilir ama Türkiye’de bu hiç yok. İnternet proje sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Başarılı çıkışlar olması gerekiyor ki, yabancı yatırımcılar gelip yatırım yapsın. Bu süreç beklediğimizden yavaş ilerliyor ama olumsuz olmaya gerek yok, Yemeksepeti.com gibi başarılı hikayeler çıkabilir. Yemeksepeti. com’a dünyanın en büyük fonlarından biri geldi ve ciddi rakamlarla iki yılda çıktı. Bu da Türkiye’deki internet ekosistemi için çok başarılı bir giriş ve çıkış oldu. Bunu gören diğer fonların da gelmesini bekliyorum.

Neden yeterince büyük fon girişleri göremiyoruz?
Sorun şu ki Türkiye’de yatırım yapacak projeler az. Ölçek anlamında büyük olup yabancıların gireceği projeler üretemedik. 5-25 milyon dolar arasında orta ölçekte olan projeler var, onlara da fonlar değil risk sermayesi şirketleri ilgi duyuyor. Pazarda 100 milyon dolar civarında olan şirketlerle 5-25 milyon dolar büyüklüğe sahip şirketler var. Arada bir boşluk var. Büyüyüp 100 milyon dolar seviyesine gelecek şirket sayısı çok az. Geçtiğimiz beş yılda burada daha fazla şirket olmasını bekliyorduk ama olmadı.

Yemeksepeti başarılı bir çıkış yaparak arkadan gelenlere iyi bir örnek oldu. Bunda ekibin ne kadar etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Kurucu ekip olarak dokuz yıl beraber yol aldık. Bu çok büyük bir avantaj sağladı. O kadar uzun süre odaklanıp, bütün konsantrasyonumuzu verip tüm eforu Yemeksepeti.com’a harcayınca işi başka bir yere ulaştırdık. Ondan sonra arkadaşlar teker teker ayrıldı ve ben kaldım. Çalışanların oluşturduğu ekibe bakınca yaş ortalaması çok genç (26) olan, kendisiyle barışık, hayatla ilgisi ve tutkusu olan, yeni şeyler öğrenmeyi seven ve çalışkan bir ekibimiz var. Yemeksepeti.com satışından da 27 milyon doları o ekiple paylaştık.

Bu paylaşımla birlikte çalışanlar açısından örnek bir CEO oldunuz. Buna nasıl karar verdiniz?
Türkiye’de bildiğim kadarıyla bir örneği yok. Dünyada da tam anlamıyla bizim yaptığımız gibi bir paylaşıma rastlamadım. Bizim kağıt üstünde böyle bir yükümlülüğümüz yok. Biz buna bütün ortaklar ekip olarak karar verdik. Önceden planlanmış bir süreçti ama böyle yapacağımızı açıklamamıştık. Fon girdiği andan itibaren bu fikir vardı. Önceden de üç defa yatırım aldığımızda, ilk iki yatırım aşamasında da aslında çalışanlarımıza dağıtmıştık. Ancak miktar bu sefer daha yüksek olduğu için ilgi çekti. 2008 ve 2012’de sırasıyla 30 ve 60 kişiye dağıttık ama bu sefer 140 kişiyle paylaştık. Çalışanlar sadece manevi şekilde değil maddi anlamda da katkılarının karşılığını almış oldu. Umarım başkalarına da örnek olur.

“BES için 2016 daha iyi olacak”
Bireysel Emeklilik Sistemi (BES), yüzde 25 devlet katkısıyla hızlı büyüyor. Ancak düşük getiri oranları katılımcıları memnun etmiyor. Emeklilik Gözetim Merkezi (EGM) Başkanı ve BNP Paribas Cardif Türkiye CEO’su Cemal Kişmir, 2016’nın daha iyi bir yıl olacağını söylüyor. Bunu da fonlarda kesintinin düşürülmesine, piyasa beklentilerinin daha iyimser olmasına ve asgari ücretteki artışa bağlıyor.

Talip Yılmaz / tyilmaz@ekonomist.com.tr

2015 yıl sonu itibariyle BES’teki katılımcı sayısı 6 milyona yaklaştı. Katılımcıların fon tutarı ise aynı dönemde önceki yıla kıyasla yüzde 27 civarında artışla, devlet katkısıyla birlikte 47 milyar TL düzeylerine ulaştı. 2013 yılından bu yana devam eden devlet katkısının ve güçlenen dağıtımkanallarının da etkisiyle, BES’teki büyümenin 2015’te de devam ettiği görüldü. Emeklilik Gözetim Merkezi (EGM) Başkanı ve BNP Paribas Cardif Türkiye CEO’su Cemal Kişmir, 2016’ya damga vuracak üç başlığı; fonlardaki kesinti oranının azalması, asgari ücretin artırılması ve fon getirilerinde iyileşme beklentisi olarak sıralıyor. Sektörün bireysel katılımın yanında yapısal olarak da büyümesi gerektiğini anlatan Kişmir ile BES’i ve BNP Paribas Cardif’i konuştuk.

BES 2016 yılında hangi büyüklüklere ula-ır? 2023’te 10milyon katılımcı hedefi tutturulabilir mi?
BES’te 2016 yıl sonu itibariyle katılımcı fon büyüklüğünün devlet katkısı dahil 60milyar TL’ye yaklaşmasını ve 1 milyona yakın yeni sözleşmenin olmasını bekliyorum. Olumlu beklentimin temelinde; asgari ücrette artış beklentisi, fon yönetim ücretlerinin düşmesi ve 2016’da fon getirilerinin daha iyi olacağı düşüncem var. 2023’te 10 milyon katılımcı hedefine ise daha kısa sürede ulaşılabiliriz.

2016’ya yönelik olumlu beklentileri biraz açar mısınız? Asgari ücretin artırılmasının önemi nedir?
Asgari ücret artışında vergi muafiyeti olmaz ve net tutarı arttırmak için brüt tutar da arttırılırsa, şirketler ve katılımcılar açısından pozitif olur. Ancak sistemde yüzde 25 oranındaki devlet katkısında yıllık asgari oran limiti var ve bu limiti tam olarak kullananların oranı sadece yüzde 4. Burada katılımcıların maksimum kullanım adına, katılım paylarını artırmalarını öneriyoruz. Emeklilikte elle tutulur bir birikim için katılım limitlerini artırmalılar. En azından 200-250 TL aylık katkı payı olmalı.

Fonların getirileri hakkında yapılan ele-tirileri yorumlar mısınız? 2016’da getiriler daha iyi olacakmı?
2015’te dalgalı bir piyasa vardı. BES fonlarının dağılımına bakıldığında yüzde 65 tahvil-bono, yüzde 10 hisse, yüzde 15 likit ve diğer olarak şekillendi. Hisse ve tahvil getirileri enflasyonun altında kaldığı için BES fonları da doğal olarak iyi getiri sağlamadı. Mevduat faizlerinin yüzde 12’lerde olduğu noktada, bu durum sistemden çıkışları hızlandırdı. Ancak 2016 yılında piyasa koşullarındaki düzelmeyle birlikte getiri tarafında da iyi bir performans sergileneceği kanaatindeyim. ‘Fonlar neden kazandırmadı’ sorusunun yanında ‘hangi fonlar tercih edilmeliydi’ sorusu da önemli. Özellikle yaşı daha genç ve risk alabilecek katılımcılar, hisse fonlardaki payını artırmalı. BES’te hissenin payı yüzde 15. BES’te yaş ortalaması 38-39 ama yatırımstratejimiz 56 yaşa uygun.

BNP Paribas Cardif’in 2016 ajandası
1- Türkiye’nin en geniş kapsamlı sigorta platformu amacımız doğrultusunda ilerliyoruz. Acentelerimiz ve TEB şubelerinin yanında kurumsal çalışmalarımız da devam ediyor. Bu sadece bizim değil ana ortağımız BNP’nin global stratejisi.
2- Hayat tarafında 2014’e göre yüzde 30’un üzerinde büyümeyle yaklaşık 400 milyon TL prim üretimi ve yüzde 9,7 pazar payı elde ettik.
3- Sigortacılık büyük rakamlar oyunu. Hayat tarafında prim üretiminin en 500 milyon TL olması gerekir. BES’te ise 5 milyar TL fon büyüklüğü gerekli. Hayat tarafında 2016’da bu seviyelere hareket ederiz.
4- BES tarafında sektöre paralel büyürüz. Adet tarafında biraz daha yavaş büyürüz. Ancak hacim olarak, katkı payının daha yüksek olmasını tavsiye ettiğimizden daha hızlı büyürüz. Yüzde 20’lere varan hacim büyümesi yakalarız. Nitelikli müşteri alıp korumak istiyoruz.
5- Yılın sonuna yaklaşırken, düşük bütçeli katılımcılara yüzde 25 devlet katkısından yüksek oranda faydalanma adına mümkünse ilave katkı payı yatırmalarını tavsiye ediyoruz. Yıl içinde de benzer şekilde ödemeler yapılmasını öneriyoruz.

gelecek-25-yil-26“Hayat tarafında kırılma 15 bin dolarda olur”
“Hayat tarafında birikimli hayat ve risk hayat işlemleri var. Birikimli hayat, vergi avantajının sürmesine ve farklı ürünler olmasına rağmen BES ile ikame edildi. Risk hayat ise ağırlıklı olarak banka kredileri ile bağlantılı. Sonuç itibariyle Türkiye’de kişi başı poliçe üretimi hala çok düşük. Bu rakamların artması kişi başı mili gelirle bağlantılı ve kritik eşiğin dünyada 15 bin dolar seviyelerinde olduğu görülüyor. Türkiye’de kişi başı milli gelir 10 bin dolarlarda. Özellikle birikimli hayat için 15 bin dolar önemli bir eşik. Türkiye’de 4 milyar TL hayat poliçelerinde birikimli hayatın payı yüzde 10’larda. Yaklaşık 25 milyar TL’lik elementer tarafı düşündüğümüzde hayat tarafında önemli bir potansiyel var.”

Öncelikle fon yönetim ücretlerinde ne olacak?
Müşteri tarafında modelin ücretlendirmesi değişiyor. Sistemi katılımcılar adına daha anlaşılır kılmak üzere bugün yönetim gider kesintisi ve giriş/ çıkış aidatı tek bir kaleme indirgeniyor. Kesinti oranı yüzde 1,8’lerde. Belirli bir cetvel dahilinde kesinti oranı yüzde 1,1’e kadar müşteriye geri ödenecek. Bu durum şirketler tarafında kâra geçme süresini 6-7 yıldan 9-10 yıl sevilerine uzatıyor. Kârlılık modelimiz yüzde 30 daha aşağı geldi.

Sektörde zaten kâr konusunda bir sıkıntı yaşanıyor. şirketlerin bu konudaki durumu nedir?
Sektörün yaklaşık 50milyar TL fon büyüklüğünü paylaşan 19 şirketiz. Bu büyüklük şirketler için henüz ölçek ekonomisini temsil etmiyor. Bundan sonra yapısal büyümeyi masaya yatırmamız lazım. Büyüklükler en kısa sürede 100milyar TL’lere gelmeli. O zaman para kazanmak açısından büyüklükler anlamlı olur. Banka ile işbirliği olmayan acente bağımlı sektör şirketleri bu konuda daha zorlanıyor. Sektörün kârının ertelendiği her geçen yıl konsolidasyon da olacaktır.

Sektörün büyümesi anlamında, otomatik katılım, i-sizlik sigortası ve kıdem tazminatı fonlarının BES’e devri gibi ba-lıklar konu-uluyor. Bunlar ne ölçüde gerçekleşir?
Sistem ağırlıklı olarak bireysel büyüyor. Bundan sonra sistem yapısal hareketlerle de büyümeli. Bu konular da 2-3 yıldır konuşulan meseleler. 2016 yılında da bu konuların tasarı aşamasında konuşulmaya devamedeceğini düşünüyorum.

BES’te yüzde 25 devlet katkısına rağmen yaşanan çıkışları nasıl değerlendiriyorsunuz?
2015 yılında katılımcı bazında yüzde 14, hacim olarak da yüzde 10 civarında bir çıkış oldu. Yani sistemden 2015’te 850 bin adet civarında çıkış yaşandı. 4-5milyar TL’lik de fon çıkışı oldu. Aslında sistemde 2015’te 1,8 milyona yakın artış yakalanması gerekiyordu. Sistememeklilik değil tasarruf amaçlı görülüyor ve ağırlıklı olarak finansal zorlukta poliçe bozuluyor. Katılımcının bunu emeklilik amaçlı görmesi gerekir. Sistemin içeri giren katılımcıyı tutması gerekiyor. Bunun yanında sistemde tahsilat rasyosu da yüzde 65-70’lerde. Bu oranın da artırılması gerekir. Sistemden çıkış olmasa, ödeme rasyoları daha yüksek olsa, şirketlerin kâra geçme süreleri yarı yarıya düşer.
Etiketler
tüsiad
0

  • ALTIN GRAM - TL 2312,69 1,52%
  • ALTIN ONS 2224,16 1,33%
  • BIST 100 9079,97 3,1%
  • DOLAR/JAPON YENI 151,251 -0,051%
  • DOLAR/KANADA DOLARI 1,35255 -0,30589%
  • DOLAR/RUS RUBLESI 92,5745 0,2664%
  • DOLAR/TURK LIRASI 32,3394 0,2061%
  • EURO/DOLAR 1,0805 -0,1935%
  • EURO/TURK LIRASI 34,9435 0,0074%
  • STERLIN/DOLAR 1,26452 0,11203%
EKONOMİST YENİ SAYI
Ekonomist Dergisini takip etmek için abone olun.
ABONE OL