Bist 100
10336,5
0,68%
Bist 100
Dolar/TL
32,2685
0,0007%
Dolar/TL
Euro/TL
34,7231
0,0444%
Euro/TL
Euro/Dolar
1,0754
0,007%
Euro/Dolar
Altın/Gram
2402,18
0,06%
Altın/Gram
Piyasaları
İncele
USD/TRY
Döviz Çevirici
TRY
USD
EUR
Hesapla

'Örtülü faiz artışı ile itibar sağlanmaz'

01 Kasım 2020 | 08:03
Son Güncellenme: 27 Ekim 2022 | 17:31
'Örtülü faiz artışı ile itibar sağlanmaz'
Merkez bankalarının en büyük ve güçlü silahının itibar olduğunu vurgulayan Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara, "Resmi politika faizini değiştirmeden örtülü faiz artiran bir parasal otoritenin itibar sağlaması hiç kolay değil" diyor.

ARAM EKİN DURAN
eduran@ekonomist.com.tr

1 - 14 Kasım 2020 tarihli sayıdan...

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) 22 Ekim'de gerçekleştirdiği Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında beklentilerin aksine faiz artırımına gitmemesi, piyasalarda ciddi bir dalgalanma yarattı. Merkez Bankası'nın eylül ayında yaptığı faiz artırımı sonrasında frene basması, geçen hafta dolar ve Euro kurlarını tarihi zirvelere taşıdı.

Gerek dünyada gerekse Türkiye'de pandeminin ikinci dalgasına dair endişeler devam ederken, ekonominin önümüzdeki dönem nasıl bir seyir izleyeceği merak ediliyor.

Yılın son çeyreğinde yaşanabilecek gelişmeleri ve Merkez Bankası politikalarını TCMB eski Başekonomisti, Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara ile konuştuk.

Hakan Kara'nın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

MB, eylüldeki faiz artırımının ardından ekimde beklentilerin aksine politika faizinde değişikliğe gitmedi. Buna karşın, GLP üzerindeki tasarruflarını kullandı. Kararı değerlendirir misiniz?

Merkez Bankası'nın en büyük silahı inandırıcılığı ve itibarıdır. Resmi politika faizini değiştirmeden örtülü faiz artıran bir parasal otoritenin itibar sağlaması hiç kolay değil. Bu durum, para politikasının etkinliğini de önemli ölçüde sınırlıyor. Nitekim fiili faiz arttığı halde kur ve enflasyon belirsizliğini azaltmak mümkün olmadı.

Beklentileri kontrol edemediğimiz için piyasa faizleri yükseldi. Bu strateji, iddia edildiği gibi büyümeye destek vermeyecek. Çünkü sonunda faizi olması gerektiğinden daha yüksek değerlere çekmek zorunda kalabiliriz ve oluşan belirsizlik ekonominin toparlanma sürecini yavaşlatabilir.

Fakat reel sektör güven endeksi olumlu seyrediyor. Bu durum olumlu etkiyi yansıtmaz mı?

Reel sektör güven endeksi, şu anda ekonominin genelinin performansı için doğru bir gösterge olmayabilir. Ankete dahil olanların önemli bir bölümü ihracatçı ve göreli olarak büyük şirketler. Bu grupta kredi genişlemesinden ve TL'nin değer kaybından kısa vadede olumlu etkilenenler çoğunlukta.

Döviz cinsi borcu olup içeri üretim yapan şirketler ve mikro işletmeler ise daha zor durumda. Ayrıca başta konaklama, kültür ve eğlence gibi hizmet kesimlerinde faaliyet gösteren birçok şirket ayakta kalmakta önemli zorluk yaşıyor. Reel sektör güven endeksi bu şirketleri büyük ölçüde dışarda bıraktığından resmin bütününü tam göstermiyor.

"KUR KAZANIMLARI SINIRLI KALABİLİR"

Son dönemde yapılan açıklamalardan ekonomi yönetiminin TL'deki değer kaybı ile ihracatı desteklemeyi ve dış açığı düzeltmeyi amaçladığı anlaşılıyor. Sizce bu plan tutar mı?
Kur artışı kısa vadede ihracatı öyle ya da böyle olumlu etkiler. En azından kâr marjlarını önemli ölçüde artırır ve ihracatı teşvik eder. Fakat enflasyon belirsizliği yükseldiği için orta vadede ihracatçıların kazanımları kalıcı olmayacaktır. Bir süre sonra finansman ve girdi maliyetlerindeki artış rekabet avantajını sınırlar.

İhracatta kalıcı rekabet tasarım gücü, ürün kalitesi, nitelikli iş gücü ve verimlilikle sağlanabilir. Verimlilik artışı olmadan sadece paranıza değer kaybettirerek sorunu çözmeye çalışmak, yüksek enflasyon, yoksulluk ve kalite düşüşü gibi sorunları beraberinde getirir. Kur üzerinden elde edilen kazanımlar iyi düşünülmüş bir sanayi stratejisiyle desteklenmediği takdirde sınırlı kalabilir.

 

Merkez bankalarının ne kadar bağımsız olup olmaması gerektiğine ilişkin tartışmalar, dünyada uzun yıllardır yapılıyor. Eski bir Merkez Bankası Başekonomisti olarak bu konuda fikriniz nedir?

Yüzlerce yıllık merkez bankası deneyimi kısa vadeli siyasi çıkarlardan bağımsız olarak ülkenin uzun vadeli refahını gözeten bir parasal otoritenin gerekliliğine vurgu yapar. Tabii burada araç bağımsızlığı ile amaç bağımsızlığını birbirinden ayırmak gerekiyor. Merkez bankasının amaç bağımsızlığı yoktur çünkü amaç yani fiyat istikrarı kanun yapıcı tarafından belirlenir; olmaması da demokratik toplumlarda doğrudur.

Ancak, bir kez amaç tanımlandıktan sonra araç yani faiz serbestisi verilmelidir çünkü merkez bankacılığı teknik bir iştir ve uzun vadeli bir perspektif gerektirir. Elbette para politikası amaçlarının değişen koşullara göre revize edilmesi gerekebilir. Bu durumda ne yapılabilir?

Merkez Bankası'na tanımlanmış amaçtan memnun değilsek, o zaman kanununu değiştirmemiz gerekir. Kanunda görünenle fiiliyatın aynı olması önemlidir. Çünkü merkez bankacılığında itibar her şeydir ve itibar kazanmanın birinci ilkesi göründüğünüz gibi olmaktır. Son olarak, merkez bankası bağımsızlığı kavramının biraz da mevcut küresel finansal mimarinin sigortası olarak ortaya çıktığını unutmamak gerekiyor.

Hâkim iktisadi sistemin etkinliğinin sorgulanması ve değişen paradigmalar ışığında bağımsızlık kavramının gözden geçirilmesi de son derece doğaldır. Önemli olan bunun doğru bir zeminde, içsel tutarlılığı olan şekilde yapılmasıdır. Mevcut durumda dalgalı kur rejimi ve sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide, merkez bankası politika faizi üzerine kısıt koymak kendi içinde tutarlı bir yaklaşım değildir. Belirsizlik yaratarak ekonomiye zarar verir, kurumları yıpratır.

Enflasyon ve işsizlik verilerine ilişkin eleştiriler hem toplumda hem de akademik çevrelerde her geçen gün artıyor. Ekonomik verilere ilişkin güvensizliğin temelinde ne var?

Bu konuda zaman zaman kaygılarım olsa da genel olarak istatistik kalitemizin çok kötü olmadığı kanaatindeyim. Sorunun büyük bölümü iletişimden kaynaklanıyor. Örneğin açıklayamadığımız durumlar var. Enflasyonda kalite düzeltmesi nasıl yapılıyor?

Veya iş gücüne katılım geçen yıldan itibaren neden bu kadar çöktü? İktisatçılar olarak bunları tam anlayamıyoruz. Bu gibi soruların yanıtının verilmesi hiç de zor değilken sessiz kalındığını görüyoruz. İletişim yapmaktaki isteksizlik yönetişimden de kaynaklanıyor olabilir. TÜİK'in kurumsal özerkliği güven açısından çok önemli.

Sizce ekonomideki sıkıntılar sonucunda bir sermaye kontrolü süreci yaşanma olasılığı var mı?

Katı sermaye kontrolü uygulanabileceğini düşünmüyorum. Yetkililerin beyanı da bu yönde. Bu kadar yüklü dış borç biriktirip bütün ticaret ilişkilerimizi mevcut sistem üzerine kurguladıktan sonra, sermaye kontrolünün ekonomiye maliyeti epey yüksek olur. Bu durum hiçbir siyasetçinin işine gelmez. Kaldı ki akademik yazın, sermaye kontrolünün çıkıştan ziyade girişte uygulandığında daha etkili olduğunu gösteriyor.

Çıkışa doğrudan sınırlama getirmek hem arzu edilen etkiyi yapmıyor hem de maliyeti yüksek oluyor. Bizde ise mevcut dış açık ve borç yüküyle ancak sermaye çıkışına sınırlama getirilmesi düşünülebilir ki, bu faydadan çok zarar verir. Öte yandan, faiz konusundaki ısrar uzun süre devam ederse bazı kısıtlamaların kaçınılmaz olarak gündeme gelmesi söz konusu olabilir.
0

  • ALTIN GRAM - TL 2402,18 0,06%
  • ALTIN ONS 2315,58 0,07%
  • BIST 100 10336,5 0,68%
  • DOLAR/JAPON YENI 154,75 0,041%
  • DOLAR/KANADA DOLARI 1,37318 0,01675%
  • DOLAR/RUS RUBLESI 91,45 0,1539%
  • DOLAR/TURK LIRASI 32,2685 0,0007%
  • EURO/DOLAR 1,0754 0,007%
  • EURO/TURK LIRASI 34,7231 0,0444%
  • STERLIN/DOLAR 1,2503 -0,03997%
EKONOMİST YENİ SAYI
Ekonomist Dergisini takip etmek için abone olun.
ABONE OL