İletişim teknolojilerindeki gelişimler ve dönüşümler oldukça heyecan verici. Bundan birkaç yıl önce ütopik hatta fantazmagorik olarak değerlendirilen pek çok yenilikçi düşünce şu an iş yaşamımızın gerçekleri arasında yerlerini aldı bile.
DR. IŞIL KESKİN ŞAHAN
Örneğin, artırılmış gerçeklik (augmented reality) ve üç boyutlu hologram teknolojileri (holographic 3D technologies) bunlardan sadece birkaçı. Artırılmış gerçeklik, gerçek dünyanın fiziksel ortamını ses, video, grafik gibi bilgisayar aracılığıyla üretiyor, üstüne üstlük duyusal girdiler sayesinde de gerçek zamanlı olarak hissedip yaşamamızı sağlıyor.
Bir düşünelim: Farklı bir ofiste çalışan ekip arkadaşlarıyla ve müşterilerle yapılan görüşmeleri aynı ortamdaymışçasına gerçekleştirmek mümkün hale geliyor. Beyin fırtınası yapmak ve toplantı gündemini karşılıklı gözden geçirebilmek çok da imkansız değil.
Dokunmatik ekran ve tablolar aracılığıyla ortak görselleştirme içeren toplantılar yapılıyor. Böylelikle iş ortakları, ekip arkadaşları ve müşteriler birbirlerinden çok uzakta dahi olsalar sanki aynı mekândaymışçasına, aynı masanın etrafında bir araya gelip toplantılarını ve iş sunumlarını yapar hale geliyorlar.
Web cam’ler, webinarlar, telekonferanslar hele hele Skype artık neredeyse “Out”. Yeni “In”’ler arasına artırılmış gerçeklik (augmented reality) ve üç boyutlu hologram teknolojileri (holographic 3D technologies) girmeye başladı bile. Evet, oldukça heyecan verici.
Heyecanımızı doruklara taşıyan bunca gelişmenin yanında sürecin diğer tarafını da düşünmemek elde değil. Tam da bu noktada Benjamin kendini hatırlatıyor doğrusu. Benjamin 19.yüzyıl’da Fransız Pasajlarındaki mağazalarda görücüye çıkan ürünler için “fantazmagori”lerin sergilendiği yerler ifadesini kullanır.
Fantazmagori, malın kullanım değerini yok ederek mala “aldatıcı görüntü” yüklemek anlamını taşıyor. Bu noktada biraz önce doruklara çıkan heyecanımıza biraz fren yaptırıp daha derinlemesine düşünmeye başlıyoruz. İletişim ve etkileşim biçimleri artık “palimsest”* gibi yeniden üretilip üzerine yeniden yazılabilen parşömenler gibi.
Eskiler silinip üzerine yenileri yazılıyor. Bununla beraber iletişim ve etkileşim gerçekleştiği mekana ilişkin algı ve anlayışta farklılaşıyor. Mekan denince “kamusallık” kavramı üzerinde çok kısaca durmak isterim. Zira, şirketleri de bir tür “iş odaklı (business oriented) kamusal alanlar” olarak değerlendirmek mümkün.
Dilerseniz gelin kısa bir yolculuğa çıkalım...
Modern dünyanın kamusallıkları tarihsel dizgede kent meydanı, cadde, sokak, park, cafe, pasaj gibi alan ve mekânla ilişkilendiriliyor. Geleneksel dünyada kamusallıklar bireylerin iletişim ve etkileşim kurdukları durumları niteliyor, kavramsal inşası ise “kamusallık” olarak modern dünyanın ürünü.
Geleneksel dünyanın kamusallıklarına ilişkin en güzel örneklere Antik Yunan ve Roma’da rastlamak mümkün. Pazar yerleri, agoralar, forumlar bunun en güzel örneklerini teşkil ediyor. Braudel’in betimlediği Yunanlıların agora’sından, Romalıların forum’undan, kurulan panayırlardan bu yana klasik mekan tasarımı artık insanların birbiriyle buluştuğu, önemli kararların alındığı, entelektüel sohbetlerin yapıldığı şenlikli mekanlardan çok daha farklı bir hale dönüştü.
İş odaklı kamusal alanlar (business oriented) diyebileceğimiz şirketlerimizde ise; şirket içi iletişim süreçleri sonsuz bir evrene sahip. Hem iç paydaş(çalışanlar) hem de dış paydaş iletişimiyle haşır neşir olan kurumsal iletişim departmanları, departman içi-departmanlar arası iletişim süreçleri ve daha pek çoğu iş odaklı kamusal alan atmosferinde gerçekleşiyor.
Tüm süreçlerde iletişimin etkili kılınması için estetize edilmiş iletişim anlayışı yerini daha katılımcı daha besleyici, daha katkı sağlayıcı bir anlayışa bırakması gerekiyor. Aristo’nun Yunan Dönemi kamusallıklarında kullandığu “ethos, logos, pathos” yaklaşımını günümüz şirketlerinin iletişim ve etkilişim süreçlerine uyarlamak pekala mümkün.
Ethos’u “etik duruş”, Logos’u “akıl, mantık odaklı11k” ve Pathos’u da “duygudaşlık” olarak yeniden okumak yerinde olabilir. İletişim ve etkileşimin şirket içine yansıyan yönlerinde “katılımcı iletişim”
(participatory communication) hassasiyeti mutlaka olmalı. Katılımcı iletişim, paydaşlar arasında bilgi, algı ve görüş paylaşımını sağlayan ve etkileşimin güçlendirilmesini kolaylaştıran bir yaklaşım. Bu sadece bilgi ve tecrübe alışverişi değil, aynı zamanda iyileştirilmesi gereken durumlara yönelik yeni bilgilerin araştırılması ve üretilmesi sürecini de kapsıyor.
Konvansiyonel iletişim teknolojilerinin yerini artırılmış gerçeklik (augmented reality) gibi teknolojilerinin alması heyecan verici olduğu kadar iletişimin estetize edilme potansiyelini de güçlendiriyor.
Estetize edilmiş ne varsa görünümü iyileşebiliyor, güzelleşebiliyor fakat doğallığını yitirebiliyor. Bir tarafta iletişim teknolojileri ile desteklenen iletişim yaklaşımları diğer tarafta hala süregelen şirket içi iletişim problemleri, çatışmaları bunlara bir dizi çözüm arayışları...
Bugünlerde Netflix’te yayınlanan ve baş rolünü George Clooney’in üstlendiği “Up in the Air” filminde görevi şehir şehir dolaşıp işten çıkarmaları gerçekleştirmek olan bir İnsan Kaynakları Yöneticisini anlatmakta.
Filmde İnsan Kaynakları Yöneticisinin yaptığı görüşmeler, görüşme süresinde kullandığı iletişim dili, yüz yüze görüşmeler yapmak yerine uzaktan süreci yönetebilecekleri teknolojik görüşme sistematiği kurma çabaları aktarılmakta. Kısacası, bu filmde iletişim ve etkileşimin estetize edilmiş halini görmek mümkün.
İletişimde artırılmış gerçeklikle (augmented reality) gerçek dünyayı köpürtüp arttırdığımız aşikar. Peki, neyi eksiltiyoruz ve yoksunlaştırıyoruz? Bunlar hakkında da düşünmemiz gerekiyor. Aristo günümüzde yaşıyor olsaydı ve iş odaklı (business oriented) kamusal alan olan şirketlerde iletişim ve etkileşim üzerine sohbetler yapsaydı neler anlatırdı acaba diye düşünmeden kendimi alamıyorum doğrusu.
Mevzu uzun. Önümüzdeki ay bu konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Orta Çağlarda kâğıt çok zor bulunduğundan eski papirüslerdeki gibi yazıların silin ip yerine yen ilerin in yazılmasıyla üst üste bindirilmiş metinler ortaya çıkıyor.
DR. IŞIL KESKİN ŞAHAN
Örneğin, artırılmış gerçeklik (augmented reality) ve üç boyutlu hologram teknolojileri (holographic 3D technologies) bunlardan sadece birkaçı. Artırılmış gerçeklik, gerçek dünyanın fiziksel ortamını ses, video, grafik gibi bilgisayar aracılığıyla üretiyor, üstüne üstlük duyusal girdiler sayesinde de gerçek zamanlı olarak hissedip yaşamamızı sağlıyor.
Bir düşünelim: Farklı bir ofiste çalışan ekip arkadaşlarıyla ve müşterilerle yapılan görüşmeleri aynı ortamdaymışçasına gerçekleştirmek mümkün hale geliyor. Beyin fırtınası yapmak ve toplantı gündemini karşılıklı gözden geçirebilmek çok da imkansız değil.
Dokunmatik ekran ve tablolar aracılığıyla ortak görselleştirme içeren toplantılar yapılıyor. Böylelikle iş ortakları, ekip arkadaşları ve müşteriler birbirlerinden çok uzakta dahi olsalar sanki aynı mekândaymışçasına, aynı masanın etrafında bir araya gelip toplantılarını ve iş sunumlarını yapar hale geliyorlar.
Web cam’ler, webinarlar, telekonferanslar hele hele Skype artık neredeyse “Out”. Yeni “In”’ler arasına artırılmış gerçeklik (augmented reality) ve üç boyutlu hologram teknolojileri (holographic 3D technologies) girmeye başladı bile. Evet, oldukça heyecan verici.
Fantazmagori, malın kullanım değerini yok ederek mala “aldatıcı görüntü” yüklemek anlamını taşıyor. Bu noktada biraz önce doruklara çıkan heyecanımıza biraz fren yaptırıp daha derinlemesine düşünmeye başlıyoruz. İletişim ve etkileşim biçimleri artık “palimsest”* gibi yeniden üretilip üzerine yeniden yazılabilen parşömenler gibi.
Eskiler silinip üzerine yenileri yazılıyor. Bununla beraber iletişim ve etkileşim gerçekleştiği mekana ilişkin algı ve anlayışta farklılaşıyor. Mekan denince “kamusallık” kavramı üzerinde çok kısaca durmak isterim. Zira, şirketleri de bir tür “iş odaklı (business oriented) kamusal alanlar” olarak değerlendirmek mümkün.
Dilerseniz gelin kısa bir yolculuğa çıkalım...
Modern dünyanın kamusallıkları tarihsel dizgede kent meydanı, cadde, sokak, park, cafe, pasaj gibi alan ve mekânla ilişkilendiriliyor. Geleneksel dünyada kamusallıklar bireylerin iletişim ve etkileşim kurdukları durumları niteliyor, kavramsal inşası ise “kamusallık” olarak modern dünyanın ürünü.
Geleneksel dünyanın kamusallıklarına ilişkin en güzel örneklere Antik Yunan ve Roma’da rastlamak mümkün. Pazar yerleri, agoralar, forumlar bunun en güzel örneklerini teşkil ediyor. Braudel’in betimlediği Yunanlıların agora’sından, Romalıların forum’undan, kurulan panayırlardan bu yana klasik mekan tasarımı artık insanların birbiriyle buluştuğu, önemli kararların alındığı, entelektüel sohbetlerin yapıldığı şenlikli mekanlardan çok daha farklı bir hale dönüştü.
İş odaklı kamusal alanlar (business oriented) diyebileceğimiz şirketlerimizde ise; şirket içi iletişim süreçleri sonsuz bir evrene sahip. Hem iç paydaş(çalışanlar) hem de dış paydaş iletişimiyle haşır neşir olan kurumsal iletişim departmanları, departman içi-departmanlar arası iletişim süreçleri ve daha pek çoğu iş odaklı kamusal alan atmosferinde gerçekleşiyor.
Tüm süreçlerde iletişimin etkili kılınması için estetize edilmiş iletişim anlayışı yerini daha katılımcı daha besleyici, daha katkı sağlayıcı bir anlayışa bırakması gerekiyor. Aristo’nun Yunan Dönemi kamusallıklarında kullandığu “ethos, logos, pathos” yaklaşımını günümüz şirketlerinin iletişim ve etkilişim süreçlerine uyarlamak pekala mümkün.
Ethos’u “etik duruş”, Logos’u “akıl, mantık odaklı11k” ve Pathos’u da “duygudaşlık” olarak yeniden okumak yerinde olabilir. İletişim ve etkileşimin şirket içine yansıyan yönlerinde “katılımcı iletişim”
(participatory communication) hassasiyeti mutlaka olmalı. Katılımcı iletişim, paydaşlar arasında bilgi, algı ve görüş paylaşımını sağlayan ve etkileşimin güçlendirilmesini kolaylaştıran bir yaklaşım. Bu sadece bilgi ve tecrübe alışverişi değil, aynı zamanda iyileştirilmesi gereken durumlara yönelik yeni bilgilerin araştırılması ve üretilmesi sürecini de kapsıyor.
Konvansiyonel iletişim teknolojilerinin yerini artırılmış gerçeklik (augmented reality) gibi teknolojilerinin alması heyecan verici olduğu kadar iletişimin estetize edilme potansiyelini de güçlendiriyor.
Estetize edilmiş ne varsa görünümü iyileşebiliyor, güzelleşebiliyor fakat doğallığını yitirebiliyor. Bir tarafta iletişim teknolojileri ile desteklenen iletişim yaklaşımları diğer tarafta hala süregelen şirket içi iletişim problemleri, çatışmaları bunlara bir dizi çözüm arayışları...
Bugünlerde Netflix’te yayınlanan ve baş rolünü George Clooney’in üstlendiği “Up in the Air” filminde görevi şehir şehir dolaşıp işten çıkarmaları gerçekleştirmek olan bir İnsan Kaynakları Yöneticisini anlatmakta.
Filmde İnsan Kaynakları Yöneticisinin yaptığı görüşmeler, görüşme süresinde kullandığı iletişim dili, yüz yüze görüşmeler yapmak yerine uzaktan süreci yönetebilecekleri teknolojik görüşme sistematiği kurma çabaları aktarılmakta. Kısacası, bu filmde iletişim ve etkileşimin estetize edilmiş halini görmek mümkün.
İletişimde artırılmış gerçeklikle (augmented reality) gerçek dünyayı köpürtüp arttırdığımız aşikar. Peki, neyi eksiltiyoruz ve yoksunlaştırıyoruz? Bunlar hakkında da düşünmemiz gerekiyor. Aristo günümüzde yaşıyor olsaydı ve iş odaklı (business oriented) kamusal alan olan şirketlerde iletişim ve etkileşim üzerine sohbetler yapsaydı neler anlatırdı acaba diye düşünmeden kendimi alamıyorum doğrusu.
Mevzu uzun. Önümüzdeki ay bu konuya kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Orta Çağlarda kâğıt çok zor bulunduğundan eski papirüslerdeki gibi yazıların silin ip yerine yen ilerin in yazılmasıyla üst üste bindirilmiş metinler ortaya çıkıyor.