DOLAR
34,89
0,08%
DOLAR
EURO
36,77
0,40%
EURO
GRAM ALTIN
3008,39
-1,23%
GRAM ALTIN
BIST 100
10058,63
0,00%
BIST 100
USD/TRY
Döviz Çevirici
TRY
USD
EUR
Hesapla

İkinci yüzyılın hedefi dijital dönüşüm olmalı

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı ile Cumhuriyetin geçen 100 yıllık süreçte 'muasır medeniyet' haline gelebilmek için attığı adımları ele aldık.

15 Kasım 2023 | 01:52
İkinci yüzyılın hedefi dijital dönüşüm olmalı

İlk 100 yılda tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşümün tam olarak sağlanamadığına işaret eden Prof. Dr. Öner Günçavdı, "İkinci yüzyıla girerken ekonomide en önemli hedefimiz dijital dönüşümü yakalamak olmalı" diyor.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 100. yılını idrak ederken, bir imparatorluk bakiyesi sayılabilecek olan genç Türkiye'nin ekonomide gösterdiği performans, toplumun sonraki yıllarda ne ölçüde refah, huzur ve üretkenlik içinde yaşayacağının da belirleyicisi oldu. 

Türkiye Cumhuriyetinin bir tarım toplumundan bir sanayi toplumuna doğru evrilirken yaşadığı zorlu süreçler bugün hala siyasetten hukuka, eğitimden üretime her alanda kendini hissettiriyor. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Öner Günçavdı ile Cumhuriyetin geçen 100 yıllık süreçte 'muasır medeniyet' haline gelebilmek için attığı adımları ele aldık; zaman içinde ortaya koyduğu başarıları ve yanlışları, ikinci yüzyılda atması gereken adımları konuştuk. 

Sorularımız ve aldığımız yanıtlar şöyle:

Cumhuriyetin kurucu kadrolarına baktığımızda, ilk yıllarda ekonomiye, kalkınmaya dönük nasıl bir bakış açısı vardı?

Cumhuriyet bu yüzyıllık süre içinde genellikle siyasi ve ideolojik olarak değerlendirildi. Bir ekonomi sistemi olarak incelenmesi ve anlamlandırılması pek fazla yapılmadı. Mustafa Kemal'in de 'muasır medeniyet' olarak tanımladığı Batı Avrupa, 19. yüzyıl boyunca ekonomik ve toplumsal manada ciddi bir değişim geçirdi. 

Bu değişimin öznesi ise sanayileşme oldu. Yani toprağa bağlı mukaddesatçı üretim sisteminden altyapısını pozitivizmin oluşturduğu bir sanayi toplumuna geçiş başladı. Osmanlı'nın son döneminden başlayarak Cumhuriyetin ilk yıllarına da kılavuzluk eden, bu sanayileşme çabaları olmuştur.

Peki ilk yılların heyecanı ve gayreti ile başlayan bu gelişme hamlesi, sonraki yıllarda amacına ulaştı mı? Cumhuriyet yaş aldıkça ekonomide nasıl bir tablo ortaya çıktı?

Şunu unutmamak lazım; kalkınma iktisadı dediğimiz şey, bugün konuştuğumuz makro iktisat, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktı. Cumhuriyetin ilk kadroları Türkiye'yi geliştirmeye çalışırken, kalkınma iktisadı diye bir şey yoktu. Ne Dünya Bankası vardı, ne de bugün ekonomik reformlar olarak tarif edilen yöntemler vardı. 

Yani aslında Cumhuriyet, Osmanlı'dan miras aldığı kimi kurumlar ile yola çıktı ve el yordamı ile bir ekonomik sistem kurmaya girişti. Amaç sanayileşmekti ancak ciddi bir sermaye sorunu vardı, eğitim eksiği vardı. Teknolojik yetersizliklerden dolayı doğal kaynaklar verimli kullanılamıyordu. Girişimcilik becerisi ve deneyimi yüksek, pek çok alanda zanaatkar ve esnaf olan gayrimüslimlerin yokluğu nedeniyle vasıflı insan gücü çok azalmıştı. Osmanlı'dan miras kalan bir köylülük, yoksulluk sorunu vardı.

 Türkiye'nin bir sanayi toplumuna dönüşebilmesi için gerekli sermaye birikimini yaratmak için 'devletçilik' ilkesi yürürlüğe sokuldu ve başta tarımsal üretim olmak üzere art arda açılan fabrikalarla Anadolu'daki köylü halkın dönüşümü amaçlandı. Mustafa Kemal'in 'Köylü milletin efendisidir' sözü de aslında yeni dönemdeki üretim ilişkilerine bir göndermedir. 

Ancak tüm bu aşılması gereken sorunlar nedeniyle 1950'li yıllara kadar gerçek anlamda bir girişimci sınıf ortaya çıkamadı. Bu durum da Cumhuriyetin neredeyse ilk 30 yılında sanayileşme çabalarının istenen hızda gerçekleşmesine olanak vermedi.

Küresel ekonominin İkinci Dünya Savaşı'ndan çıktığı, Türkiye'nin NATO üyesi olduğu bu dönemde sanayileşme çabaları hızlandı mı?

Evet hızlandı ancak önemli bir ayrıntı olarak söylemeliyiz ki, sermaye birikimi yaratmak konusunda yaşanan sıkıntılar devam etti. Devlet aklı 'devletçilik' ilkesini sıkı sıkıya uygulayarak kamu kaynakları ile oluşan sermaye birikiminin ülke içinde kalmasını isterken, özel sermayenin yaratacağı birikimin ülke için kullanılacağının bir garantisi yoktu. 

Pek çok alandaki tekelci sermayenin el değiştirmesi, genel olarak sistemdeki gücün de el değiştirmesine yol açacaktı. Yani ekonomik gücü elde eden, siyasi gücü de kazanmış olacaktı. Bu dönemde Varlık Vergisi ve millileştirme politikaları, özellikle toprağa ve ticarete dayalı özel sermaye kesimlerinde bir birikim yaratılmasına yol açtı. Ama bu sermaye birikimi tam anlamıyla sanayi sermayesine dönüştürülemedi. 

Özel sektör, sanayi gücü olarak devlete alternatif bir güç haline gelemedi. Devlet ve özel sermaye arasındaki güç yarışı, pek çok açıdan Türkiye Cumhuriyeti'ndeki askeri darbeler döneminin de hazırlayıcısı olmuştur. 1960'tan sonra ise Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) kurulması ve ithal ikameci üretim anlayışına geçiş ile devlet özel sektöre yön veren bir rol üstlendi. 

Ancak muasır medeniyete ulaşmak, bir sanayi toplumu haline gelebilmek için gereken kurumsal yapıyı tam olarak hayata geçiremedik. 1980'li yıllara ise yeni dünyanın olmazsa olmaz koşulu olan piyasanın oluşturulması çabası ile girmiş olduk. 

Böylelikle sermaye birikimini uluslararası rekabete açan yeni bir dönem doğdu ve döviz ihtiyacını karşılamak için gelir dağılımında adalet geri plana atıldı.

Türkiye ekonomisi 90'lardan günümüze gelen süreçte nasıl bir yol izledi?

90'lı yıllara damgasını vuran krizler, Türkiye'nin sanayileşme yolunda yapması gereken ekonomik ve hukuki reformlara ket vurdu. Ancak 2001 krizinden sonra yeniden kurumları toparlama ve sağlam bir sanayileşme altyapısı için ortaya bir program konuldu. 

Değer yaratacak, toplumsal refahı artıracak bir sermaye birikimi hedeflendi. Bu dönemde sadece Türkiye değil, birçok gelişmekte olan ülke dünyadaki likidite bolluğuna alıştı. Giderek sanayi yerine başta inşaat ve tüketim olmak üzere hizmet sektörü ile büyüme modeli öne geçti. 

Son 20 yıla damgasını vuran da işte bu sanayileşme hedefinden uzaklaşarak bir tüketim toplumuna dönüşme adımları oldu. Bu nedenle Türkiye son 100 yılda gelişmiş bir toplum olabilmek için sanayileşme yoluyla sermaye birikimini gerçekleştiremedi. 

Sadece ekonomide değil; siyasette, hukukta, eğitimde de gelişmiş ülkeler seviyesine çıkamadı. Bugün pek çok alanda dünyaya entegre piyasalarımız olsa da; yapısal sorunları bir türlü çözülemeyen, tam sanayileşememiş, gelir dağılımı giderek bozulan, dünyanın en yüksek enflasyona sahip ülkelerinden biriyiz.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken, dünya dijital teknolojilerden yapay zekaya, devrim niteliğinde bir değişimden geçiyor. Türkiye, ikinci yüzyılda 'muasır medeniyeti' nasıl yakalayabilir?

Dünyada 19 ve 20. yüzyıla damgasını vuran sanayileşme sürecinin çok daha büyüğü, günümüzde dijital dönüşüm ile yaşanıyor. 21. yüzyılın başından beri, sermayenin homojen yapısı giderek bozuluyor. Dünya çapında geleneksel sanayinin yerini dijital teknolojiler, iletişim, yapay zeka alıyor. 

Bu alanlardaki kar oranları sanayi sektörlerinin fersah fersah üzerine çıkıyor. Bu nedenle dijital dönüşümdeki sermaye birikimi çok hızlı ilerliyor. Türkiye de bu dijital dönüşümün bir parçası olursa, kalkınma sürecinde yeni bir döneme girebilir. Yeni dönemde en önemli hedef bu olmalı.
 

0


  • ALTIN GRAM - TL 3008,39 -1,23%
  • ALTIN ONS 2681,74 -1,31%
  • BIST 100 10058,63 0%
  • DOLAR/JAPON YENI 152,217 -0,249%
  • DOLAR/KANADA DOLARI 1,41819 0,13345%
  • DOLAR/RUS RUBLESI 104,5 -0,7148%
  • DOLAR/TURK LIRASI 34,8923 0,0766%
  • EURO/DOLAR 1,0506 0,1287%
  • EURO/TURK LIRASI 36,7683 0,4031%
  • STERLIN/DOLAR 1,27115 -0,27576%
EKONOMİST YENİ SAYI
Ekonomist Dergisini takip etmek için abone olun.
ABONE OL