DR. ORHAN KARACA
[email protected]
Merkezi yönetim bütçesi 2017 yılını 47,4 milyar TL'lik açıkla kapatmıştı. Bu açık 2016 yılındaki bütçe açığından 17,4 milyar TL daha yüksek olsa da beklenenin oldukça altındaydı. 2017 yılı bütçe açığı için hükümetin gerçekleşme tahmini bundan çok daha yüksek ve 61,7 milyar TL düzeyindeydi.
Anlaşılan hükümet yılın son ayında bütçeyi iyice sıkmış ve 2017'nin beklenenden daha düşük bir açıkla kapanmasını sağlamıştı. Ancak geçen yılın son ayında sıkılan dikişler daha bu yılın ilk ayında atmışa benziyor.
Gerçi ocak ayında bütçe 1,7 milyar TL fazla verdi ama geçen yılın aynı ayında bundan 6,8 kat daha fazla ve 11,4 milyar TL'lik fazla vardı. Bu yılın ocak ayındaki fazla çok daha düşük olunca yıllık bütçe açığında sıçrama yaşandı. Yıllık bütçe açığı ocak ayında 9,8 milyar TL yükselip 57,1 milyar TL'ye ulaştı.
Böylece geçen yıl ağustos ayında kırılan 60 milyar TL'lik rekora yeniden yaklaşıldı.
NE ZARARI VAR?
Maliye Bakanlığı'nın verileri, ocak ayında bütçe harcamalarının yüzde 19,4 arttığını gösteriyor. Bu artış tamamen faiz dışı harcamalardan kaynaklanıyor ve faiz dışı harcamalar içinde de en çok sermaye transferleri ile sermaye giderlerinin arttığı görülüyor.
Geçen yılın ocak ayında sadece 7 milyon TL olan sermaye transferleri bu yılın aynı ayında 588 milyon TL'ye çıkarken, geçen yılın ocak ayında 361 milyon TL olan sermaye giderleri ise bu yılın aynı ayında 5 milyar TL'yi bulmuş durumda. Ocak ayında harcamalar böyle artarken gelirler ise yüzde 1 düştü.
Bu düşüş vergi dışı gelirlerdeki gerilemeden kaynaklandı. Ancak vergi gelirlerindeki artışın da epey zayıf kaldığı ve yüzde 7,4 olarak gerçekleştiği dikkati çekiyor.
Bütçe açığının bu kadar yükseklerde seyretmesi iyi değil. Çünkü bütçe açığının yükselmesi demek, Hazine'nin bunu finanse edebilmek için borçlanmaya daha fazla yüklenmesi demek.
Hazine'nin daha fazla borçlanması ise hem faizleri yükselterek hem de özel sektöre daha az kaynak kalmasına neden olarak yatırımların kısılmasına yol açıyor. İktisatçılar buna "dışlama etkisi" (crowding out effect) adını veriyor.
Bu sürecin sonucu da ekonomideki büyümenin yavaşlaması oluyor. 1990'lı yıllarda bunu yaşamıştık. Tekrar aynı duruma düşmemek için bir an önce bütçede disipline geri dönülmesi gerekiyor.
ÜÇ SEÇİME GİDERKEN
Esasında bunları muhtemelen hükümet de biliyor. Hükümetin içinde Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek gibi teknisyenlikten gelen ve ekonominin işleyişini iyi bilen bakanlar var. Ancak işin içine siyaset girince teknik bilginin göz ardı edildiği oluyor.
Nitekim geçen yıl bütçe açığında yaşanan artış, hükümetin Anayasa referandumu öncesinde ekonomiyi düze çıkarmak için kesenin ağzını iyice açmasından kaynaklanmıştı. Şimdi de önümüzde üç seçimin yapılacağı bir yıl var. 2019 yılında hem yerel seçim hem genel seçim hem de cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak.
Hükümetin bu seçimlere canlı bir ekonomiyle gitmek isteyeceğinden kuşku yok. Ancak ekonomi kendi haline bırakılırsa geçen yılki performansını koruyabilecekmiş gibi görünmüyor.
Gerçi ihracatta işler fena değil ama Türkiye ekonomisi sadece dış taleple büyüyebilecek bir yapıya sahip değil. Siyasi istikrarı artık unuttuğumuz için geleceğe güvenin çok düşük olması ise iç talebin canlanmasına engel oluyor. Bu nedenle iş dünyası hükümetten yine destek bekliyor. Hal böyleyken de bütçede disipline geri dönülmesi biraz zor olacağa benziyor.