Fosil yakıt çıkışı, sağlık ve adil geçiş gibi kritik alanlara dair eksikler, taslağın yalnızca karbon ticaretine odaklandığı eleştirisini güçlendirdi. Uzmanlara göre bu geri adım, güçlü, katılımcı ve bütüncül bir iklim yasası için kaçırılmaması gereken bir fırsat olabilir.
Ekonomist’in 8 - 21 Haziran 2025 tarihli sayısından
Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefiyle uyumlu ilk kapsamlı İklim Kanunu teklifi, TBMM Genel Kurulu görüşmeleri sürerken, 15 Nisan 2025’te geri çekildi. AK Parti milletvekilleri tarafından hazırlanan ve şubat ayında Çevre Komisyonu’ndan geçen teklif, Paris Anlaşması yükümlülüklerine uyumlu bir yasal çerçeve oluşturmayı amaçlıyordu. Ancak sivil toplum kuruluşları, meslek odaları ve muhalefet partilerinin yoğun eleştirileri, tasarının yeniden ele alınmasına yol açtı. Yasa tasarısının merkezinde ‘Emisyon Ticareti Sistemi’ (ETS) yer alıyordu. Bu sistem, ‘kirleten öder’ ilkesi doğrultusunda sera gazı salımı yapan şirketlerin karbon kredileri alıp satabileceği bir piyasa mekanizması öngörüyordu.
ETS’nin, Türkiye’yi Avrupa Birliği’nin ‘Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’na (SKDM) hazırlayacağı savunulurken, uzmanlar ve çevre örgütleri bu odaklanmanın yapısal emisyon azaltımı ve fosil yakıt bağımlılığı gibi temel sorunları gölgede bıraktığını belirtiyorlar.
NEDEN ELEŞTİRİLİYOR?
Türkiye’nin hâlen kömüre dayalı enerji üretiminde Avrupa liderlerinden biri olduğu ve küresel ölçekte en çok sera gazı salan ilk 20 ülke arasında yer aldığı dikkate alındığında, taslakta fosil yakıtların azaltılmasına dair somut ve bağlayıcı bir takvim bulunmaması ciddi eleştiriler aldı. Türk Tabipleri Birliği (TTB), her yıl yaklaşık 70 bin erken ölümün hava kirliliğiyle ilişkilendirildiğine dikkat çekerek, yasa teklifinin halk sağlığı boyutunu tamamen dışladığını öne sürüyor. TTB ve benzeri kuruluşlar, yasa taslağında iklim değişikliğine dirençli bir sağlık sistemi kurmaya yönelik bir çerçevenin ya da sıcak dalgası eylem planı gibi önleyici mekanizmaların da yer almadığını ifade ediyorlar.
Yasanın hazırlanma sürecindeki şeffaflık eksikliği de geri çekilme kararının arkasındaki diğer kritik unsur oldu. İklim Ağı bünyesindeki STK’lar ve akademik çevreler, taslağın bilim insanları ve sivil toplum kuruluşlarıyla yeterince istişare edilmeden hazırlandığını, sürecin kapalı kapılar ardında yürütüldüğünü savunuyor.

ÖZLEM KATISÖZ / CAN EUROPE
GÜÇLÜ BİR İKLİM POLİTİKASI GEREKLİ
Bu bağlamda Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz şu değerlendirmede bulunuyor: “Türkiye’nin iklim krizi karşısında kırılgan bir ülke olması sebebiyle güçlü bir iklim politikasına ihtiyacı var. Türkiye hem iklim etkilerine karşı hem de dönüşen ekonomiye karşı kırılgan. Mevcut kanun teklifi bu açıdan dirençli bir toplum ve ekonomi inşa etmeye yönelik ihtiyaçları karşılamıyor. Ancak kanunun bu haliyle geçmemesi, katılımcı ve kapsayıcı bir tartışma ile iyi bir iklim kanunu hazırlamak için fırsat sunuyor.” Katısöz ayrıca, yasanın ertelenmesinin iklim karşıtı söylemlerle çarpıtılmaması gerektiğini vurguluyor ve ekliyor: “Bu süreç, yeşil dönüşümün fırsatlarını görmeyip direnç gösteren sanayicilerin ya da bilimi inkâr eden çevrelerin kazandığı bir tabloya dönüşmemeli.”

DR. EZGİ EDİBOĞLU / SAKOWSKY MAX PLANCK
KOMPLO TEORİLERİ VE GÜVEN SORUNU
Kanunun geri çekilmesi sadece içerik eleştirileriyle sınırlı kalmadı; süreç, sosyal medyada yayılan komplo teorilerinin etkisiyle de gölgelendi. ‘Bahçelerde tarım yasaklanacak’, ‘hayvan beslemek yasaklanacak’ gibi iddiaların toplumda karşılık bulması, yasal düzenlemelere olan güven eksikliğini bir kez daha gündeme getirdi.
Kanunun çekilmesinde STK’ların ve muhalefetin eksikliklere dikkat çekmesinin ve iklim değişikliğini inkar eden, komplo teorileriyle dolu içeriklerin yaygınlaşmasının etkili olduğunu düşünen Max Planck İnovasyon ve Rekabet Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı Dr. Ezgi Ediboğlu, “Artık her konuda büyük bir şüphe var. Son yıllarda yaşanan ekolojik yıkımlar, deprem sonrası atık yönetimi gibi örnekler, idarenin gerçek bir çevre vizyonu olduğuna dair inancı zedeliyor. Yasa taslağı iyi bile olsa, uygulanmasına dair ciddi şüpheler olur” diyor.

PROF. DR. AYŞE UYDURANOĞLU / İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTTESİ
ETS GELİRLERİNİN KULLANIMI
İklim Kanunu Teklifi’ndeki ETS düzenlemeleri hakkında görüş belirten İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Uyduranoğlu ise sistemin ‘yeni bir kazanç aracı’ olarak görülmemesi gerektiğini vurguluyor. Uyduranoğlu, “ETS’den elde edilen gelirlerin yalnızca küçük bir kısmı İklim Değişikliği Başkanlığı’na aktarılıyor, projelerin neye göre destekleneceği ise belirsiz. Bu durum, kanunun iklim değişikliğiyle mücadeleden çok gelir hedefli olduğu izlenimi yaratıyor” değerlendirmesinde bulunuyor.
Uyduranoğlu’na göre, ETS’den elde edilen gelirin, yalnızca iklim değişikliği ile ilintili azaltım ve uyum projelerine aktarılması büyük önem taşıyor. Ayrıca kırılgan grupların desteklenmesinin, iklim adaletinin sağlanması açısından kritik olduğunu belirten Uyduranoğlu, “Dünyanın en zengin yüzde 10’u toplam emisyonların yarısından sorumluyken, en yoksul yüzde 50 yalnızca yüzde 10’undan sorumlu. Bu nedenle, ETS gelirlerinin adil ve şeffaf bir şekilde kullanılması şart” diye ekliyor.
ETS’nin etkin bir şekilde işlemesi için iki temel koşul öne çıkıyor: İlki, açıkça tanımlanmış bir emisyon azaltım hedefi ve bu hedefe ulaşma sorumluluğunun kimlere ait olduğunun netleştirilmesi. İkincisi ise izleme, raporlama ve doğrulama süreçlerinin şeffaf ve güvenilir şekilde yürütülmesi. Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi bulunmasına rağmen, bu hedefe ulaşmayı kolaylaştıracak ara hedeflerin henüz belirlenmemiş olması, uygulamanın güvenilirliğini zedeleyen önemli bir eksiklik olarak değerlendiriliyor.

DOÇ. DR. SERKAN KÖYBAŞI / BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTTESİ
EMİSYON HEDEFLERİ YOK
Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hayvan ve Doğa Hukuku Laboratuvarı Kurucu Direktörü Doç. Dr. Serkan Köybaşı’na göre, sunulan teklif gerçek anlamda bir iklim kanunu olmaktan uzak. “Bu düzenleme, esasen bir emisyon ticaret sistemi kanunu. Net sıfır hedefinin yalnızca gerekçede yer alması, ana metinde açık bir şekilde yazılmaması hukuki açıdan bağlayıcılık taşımıyor. Bu haliyle devletin iklim krizine karşı sorumluluğu tanımlanmamış durumda” diyen Köybaşı, kanunda ‘iklim adaleti’, ‘adil geçiş’ gibi kavramların yer aldığını ancak bunlara dair somut hiçbir hüküm bulunmadığını vurguluyor. “Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ya da karbon yoğun sektörlerde çalışanlar için herhangi bir koruyucu düzenleme yok. Bu kavramlar yalnızca süsleme olarak kalmış” ifadelerini kullanan Köybaşı ayrıca, emisyon azaltımıyla ilgili ara hedeflerin tanımlanmamış olmasının genç kuşaklar açısından ‘hak ihlali’ anlamına gelebileceğine dikkat çekiyor.
Düzenlemenin iklim krizini durdurmaya değil, yeni bir piyasa yaratmaya hizmet ettiği görüşünde olan Köybaşı, şunları ekliyor: “2053 hedefinin bile kanun metnine yazılmamış olması hem hukuken sorunlu hem de ilerideki kuşaklara orantısız yük bindiriyor. Kanunun birçok yerinde yeşil büyümeden, sektörel ihtiyaçlardan, kalkınma önceliklerinden söz ediliyor. Tamamen ekonomik, büyüme saplantısından çıkamamış bir çerçeve var. Devletin buradaki önceliği iklim değil, ekonomik büyüme. Amaç, SKDM’ye karşı koz elde etmek.”

DOÇ. DR. GÜNEŞ AŞIK / TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ
Öte yandan kanun teklifinde yeşil ekonomiye geçerken, geçim kaynakları kömüre bağlı olan 40 bin kişinin mağdur olması da eleştiriliyor. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi İktisat Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Güneş Aşık, “Bu istihdam, Zonguldak ve Manisa gibi belirli bölgelerde yoğunlaşıyor. Kömür sektöründe çalışan kişiler için adil geçiş kavramı büyük önem taşıyor. Çok bedel ödemiş insanları daha da mağdur etmemek gerekiyor” diyor.

EDİZ GÜNSEL / İŞ DÜNYASI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA DERNEĞİ
ETS KRİTİK NOKTALARDAN BİRİ
İklim Kanunu’nun iş dünyası için bir yük değil hem riskleri azaltacak hem de yeni fırsatlar yaratacak bir rehber niteliği taşıdığını, asıl meselenin bu dönüşüme ne kadar erken ve ne kadar kararlılıkla adım atıldığı olduğunu söyleyen İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Ediz Günsel ise kanun teklifinde özellikle enerji dönüşümüne dair net hedeflerin konulmasının çok kritik olduğuna dikkat çekiyor. 2035 yılına kadar ‘kömürden çıkış’ gibi zamanlaması belli, ölçülebilir adımlar sayesinde 2053 net sıfır hedefinin gerçekçi bir yol haritasına kavuşabileceğini düşünen Günsel, şu görüşleri dile getiriyor. “ETS şirketlere, ‘karbon salımını azaltırsan ödüllendirilirsin, azaltmazsan bunun bir bedeli olur’ diyor. Özellikle demir-çelik, çimento ve alüminyum gibi sektörlerde bu dönüşüm acil. Büyük firmalar adım atıyor ama KOBİ’ler için hâlâ ciddi bir farkındalık ve destek ihtiyacı var. ETS’den elde edilecek gelirlerin nasıl yönlendirileceği ise kanunun en hassas noktalarından biri. Bu kaynakların sadece bütçeye değil, yeşil dönüşüm için şirketlerin ihtiyacı olan teşviklerin sağlanmasına, adil geçiş politikalarına, yeniden beceri kazandırma programlarına, iklimden etkilenen topluluklara ve kırılgan grupların desteklenmesine aktarılması gerekiyor.”
İklim değişikliğine uyum politikalarının da kanunda çok daha güçlü bir şekilde yer alması gerektiğini savunan Günsel, yerel yönetimlere zorunlu uyum planları getirilmesi, afet risklerine karşı ulusal stratejiler belirlenmesi ve suya bağımlı sektörler başta olmak üzere tüm ekonomik yapının bu risklere hazırlıklı hâle getirilmesi gerektiğini vurguluyor. Günsel, “Bu kanunu sadece bugünün ihtiyaçlarını karşılayan bir düzenleme olarak değil, Türkiye’nin yeşil ekonomiye geçiş vizyonunu şekillendiren stratejik bir yol haritası olarak değerlendirmeliyiz” diyor.
EKONOMİ – ÇEVRE DENGESİNDE YENİ DÖNEM
İklim Kanunu Teklifi’nin geri çekilmesi, Türkiye’nin iklim politikasındaki yapısal bir gerilimi gün yüzüne çıkardı: Piyasa tabanlı, iş dünyası odaklı hızlı çözümler ile sürdürülebilir, sosyal boyutu güçlü ve adil dönüşüm arasında bir tercih zorunluluğu. Özellikle uluslararası ticaretin yeşil dönüşümle yeniden şekillendiği bir dönemde, Türkiye’nin bu sürece katılımının sadece karbon piyasası araçlarıyla sınırlı kalması yeterli görülmüyor. Uzmanlara göre geri çekilme, aynı zamanda bir fırsat penceresi sunuyor. Geniş katılımlı, bilimsel temelli ve iklim krizinin sağlık, çevre ve ekonomi üzerindeki tüm etkilerini gözeten yeni bir yasa taslağı, Türkiye’yi 2053 net sıfır hedefi doğrultusunda daha sağlam bir zemine oturtabilir.
Hükümet kanadından yeni bir takvim henüz açıklanmadı. Ancak geri çekilme kararının ardından kamuoyunun beklentisi yüksek. Bu süreç, aynı zamanda Türkiye’nin yeşil ekonomiye geçiş sürecinde nasıl bir yön seçeceğine dair güçlü bir sinyal niteliğinde olacak.

İKLİM KANUNU HAKKINDA DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR
İktisadi Kalkınma Vakfı Uzman Yardımcıları Aygen Torun ve Melike Sönmez, teklifin içeriği ve kapsamına ilişkin öne çıkan bazı yanlış bilgilere karşılık, doğru olanları şu şekilde sıralıyor:
Seyahat hakkımız kısıtlanacak mı?
Hayır. Yasa teklifinde seyahat hakkıyla ilgili herhangi bir düzenleme yer almıyor. Bu tür iddiaların, taşımacılık sektörünün küresel ölçekte iklim değişikliğine en çok katkı yapan alanlardan biri olması nedeniyle ortaya atıldığı düşünülebilir. Ancak teklif metninde ulaşıma dair herhangi bir atıf bulunmuyor. Üstelik seyahat özgürlüğü, Anayasa’nın 23. maddesi ile güvence altına alınmış durumda.
Yapay et ve böcek tabanlı beslenmenin yasal zemini mi oluşturuluyor? Et tüketimi kısıtlanacak mı?
Hayır. Et tüketiminin kısıtlanması, yapay et ya da böcek tüketiminin teşvik edilmesi gibi ifadeler metinde yer almıyor. İklim Kanunu’nda, kişisel beslenme alışkanlıkları ve uygulamalarına müdahale eden hükümler içermemesinin yanı sıra kanunda beslenme alışkanlıklarına, et tüketimine, et tüketiminin çevresel etkilerine, yapay gıdaya veya böcek tüketimine dair herhangi bir atıf bulunmuyor. Aksine kanun, Türkiye’nin biyoçeşitliliğini korumayı, çölleşme ve erozyonla mücadeleyi, doğal afetlerin ekonomi ve kalkınmaya olumsuz etkilerini önleyerek gıda güvenliğini sağlamayı hedefliyor. Kanun aynı zamanda iklim değişikliğinin etkilerine dirençli ürünlerin yetiştirilerek gıda güvenliğinin sağlanması gerektiğini belirtiyor.
Hayvancılık daraltılacak mı? Evcil hayvan ya da sokak hayvanı beslemek yasaklanacak mı?
Kanun teklifinde, hayvancılıkla ya da hayvanlarla ilgili doğrudan ya da dolaylı herhangi bir hüküm bulunmuyor. Bu tür iddiaların, hayvan kaynaklı karbon emisyonlarının iklim değişikliği üzerindeki etkisinin çarpıtılmasıyla ortaya çıktığı anlaşılıyor. Ancak mevcut teklif metni bu konuda hiçbir düzenleme içermediğinden, iddia asılsız.
Tarım sektörü daralacak mı? Şahsi bahçecilik faaliyetleri yasaklanacak mı?
Hayır, İklim Kanunu Teklifi’nde tarım faaliyetlerinin sınırlandırılması ve şahsi bahçecilik faaliyetlerine kısıtlama getirilmesine dair herhangi bir unsur yer almıyor. Teklifin 5. ve 6. maddelerinde, tarım arazileri, orman, mera ve sulak alanlar gibi alanlarda karbon yutağı kayıplarının önlenmesi ve bu alanların korunarak artırılması gerektiği vurgulanıyor. Karbon yutakları, atmosferdeki karbonun doğal yollarla tutulduğu alanlar ve iklim değişikliğiyle mücadelede kritik rol oynuyor. Ayrıca 6. madde, gıdaya erişimin güvence altına alınması için doğayla uyumlu uygulamaların teşvik edilmesini amaçlıyor. Bu bağlamda tarım sektörünün daraltılması ya da bireylerin şahsi bahçecilik faaliyetlerinin yasaklanması gibi bir durum söz konusu değil. Aksine, teklif tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilirliğini sağlamayı ve doğa ile uyumlu bir yaklaşımı desteklemeyi hedefliyor.
Kanun teklifinde zayıf kalan konular neler?
- Çok paydaşlı ve katılımcı bir yaklaşımla hazırlanmamış olması nedeniyle adil geçiş unsuruna ilişkin kaygılar yaratması.
- Bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri içermemesi.
- Kanunda fosil yakıtlardan çıkışa dair bir plan veya takvim bulunmaması.
- Karbon piyasası odaklı olması.