Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Tuncay Özilhan, “Ekonomideki en büyük öncelik, enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemek ve ardından kalıcı bir düşüş sağlamak olmalı. Aksi halde Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi bir enflasyon sarmalına girmesi topluma çok yüksek bir bedel ödetir. Sorunları çözmek yerine bir süre için hafifletmek yönünde atılan adımlar geri teper. Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle çözülmez." dedi.
Özilhan, TÜSİAD YİK Toplantısı’nın açılışında yaptığı konuşmada, hem Türkiye’nin ikinci yüzyılına hazırlanıldığını hem de seçim ortamına girildiğini belirtti.
Zor bir dönemden geçildiğini, dünyada bir dönemin sona erdiğini ancak yerine geçenin ne olduğunun henüz netleşmediğini ifade eden Özilhan, “Bizden kaynaklanan belirsizlikler ile yeni dünya düzenine ilişkin belirsizlikler iç içe geçiyor. İktidardan ve muhalefetten yeni dönem için net ve somut yol haritaları bekliyoruz.” diye konuştu.
Özilhan, yeni sularda geçmişin tecrübesinin yeterli olmayacağını, yeni koşullara uygun yeni çözümler bulunması gerektiğini aktararak, şunları kaydetti:
“İlk olarak cevaplamamız gereken soru; küresel mimarideki dönüşümde ülke olarak nerede duracağımız. Dünyada muazzam bir güç mücadelesi yaşanıyor. ABD-Avrupa ile Çin-Rusya aksları arasında gerilim giderek tırmanıyor. Bu tırmanışın son durağı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali oldu. Ukrayna savaşının nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz ama küresel mimariyi şimdiden değiştirdiğini biliyoruz. Senelerdir alışkın olduğumuz düzen, yerleşik anlayışlar, fiyat belirleme davranışları, lojistik yaklaşım değişti.
Teknolojik ürünlerden ham maddeye, tarım ve gıda ürünlerinden enerjiye her alandaki arz zincirleri kırıldı ve tedarik sorunları yaşanıyor. Ama bunların ötesinde, Soğuk Savaş sonrası düzen de bozuldu. Dünyada güvenlik dengeleri yeniden kurulmaya başladı. Ekonomik konular bir kez daha ulusal güvenlik önceliklerine tabi kılınır oldu. Bu gelişmeler sonucunda yeni bir Soğuk Savaş dönemine mi girilecek? Öyle ise kendimizi nasıl konumlamalıyız? Bu süreç küreselleşmenin en temel özelliklerini sarsıyor. İki bloklu bir küreselleşme dönemine girilirse dünya ekonomisi yeniden şekillenecek.”
Tek kutuplu bir dünyada küreselleşme sayesinde hızla büyümüş olan Çin’in, iki kutuplu bir dünyada başarılı olmaya devam edip etmeyeceğini bilmediklerini, Çin’in yıllardan beri devam eden çabalarına rağmen dünyadaki rezerv para birimlerinin halen Batı ülkelerinin para birimleri olduğunu belirten Özilhan, piyasa fiyatlarıyla ölçüldüğünde dünya ekonomisinin yüzde 60’a yakınını hala Batı ekonomilerinin ürettiğini söyledi.
Tuncay Özilhan, "Gelecekte küreselleşmenin nasıl olacağını ülkelerin ekonomi politikası tercihleri şekillendirecek. Hangi ticaret bloku içinde yer alacağımız, neyi nasıl üreteceğimiz daha da önemli hale gelecek. Neyi, nasıl üreteceğimize yönelik kararlarda iklim krizi ile küresel mücadele perspektifi de belirleyici olacak.” dedi.
Son IPCC raporuna göre, küresel ısınmayı 1,5 derecede tutabilmek için 2050’ye kadar karbon emisyonlarını küresel ölçekte net sıfıra indirmek gerektiğini anımsatan Özilhan, “Bu hedefin tutturulması ekonomilerde nasıl dönüşümlere yol açacak? Bunun üretim ve ticarete etkisi ne olacak? AB’nin 2050 iklim-nötr hedefi doğrultusunda başlattığı dönüşüme Türkiye nasıl uyum sağlayacak?” diye sordu.
Özilhan, uyum konusunda gecikme olursa ihracattaki maliyet artışının boyutlarını iyi hesaplamak gerektiğini, iklim krizi ile mücadelenin küresel enerji piyasasını kökten değiştireceğini, Ukrayna krizinin değişimi öne çektiğini vurguladı.
Davos toplantılarında bir bankacının söylediği gibi "Batı ülkelerinin enerji konusunda sanayi devriminin yaratmış olduğu çapta bir dönüşümü dijital dönüşüm hızıyla yapmak zorunda kalması halinde bunun aynı zamanda finans sektöründe de bir devrim anlamına geleceğini" aktaran Özilhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çok geniş bir etki alanı olacak bu gelişmeleri yakından izlemeliyiz. Bu gelişmeler Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yakından ilgilendiriyor. Ukrayna işgali öncesine kıyasla Avrupa çok daha birleşmiş durumda. Avrupa, bu ortak tavrı yaptırımlardan kaynaklanan zorluklar nedeniyle gevşetmeyip daha sıkı bir bütünleşmeye doğru taşıyabilirse daha demokratik ve eşitlikçi bir dünyanın temellerini de atabilir. Bu süreci çok iyi takip etmemiz gerekiyor. ABD-Avrupa aksıyla Çin-Rusya aksı arasındaki gerilim liberal-demokrasiler ile otoriter yönetimler arasındaki mücadelede de kendisini hissettiriyor.
2008 krizinden sonra liberal-demokratik rejimlerde siyasi temsil sorunları ağırlaştı. ABD’de, Avrupa’da, bazı yükselen ekonomilerde sağ popülist liderler güç kazandı. Çin-Rusya aksının küresel sistemdeki yerinin güçlenmesi bu sağ popülist dalganın yerini daha otoriter bir modele bırakmasına yol açabilirdi. Ancak bu ülkelerde iktidar olan sağ popülist liderler şaşırtıcı olmayan bir şekilde seçmenlerin beklentilerini karşılayamadılar ve bu dalga kısmen geri çekilmeye başladı. Bu süreç hızlanır ve küresel çaptaki otoriterleşme eğilimi son bulursa yeni dönemde siyasetin kodları da değişir. Bu süreci de yakından takip etmemiz gerekiyor.”
TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, otoriterleşme tartışmasının bir boyutunun ekonomik hayatın düzenlenmesinde piyasanın ve devletlerin rolüne ilişkin olduğunu belirterek, Çin gibi ülkelerin yüksek büyüme performansının, devletin ekonomiye yoğun olarak müdahale ettiği otoriter yönetim modellerini yeniden cazip kıldığını, "ekonomik hayatın düzenlenmesinde piyasanın mı yoksa devletlerin mi belirleyici olması gerektiği" sorusunun cevabının farklı dönemlerde farklı şekillerde verildiğini dile getirdi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomide yoğun devlet müdahalesi modeli çöktükten sonra ibrenin piyasa mekanizmasına kaydığını, piyasa mekanizmasının üstünlüğünün adeta sorgulama dışı tutulur olduğunu ifade eden Özilhan, şunları kaydetti:
“Ancak bu model de uygulamada aksaklıklarla karşılaştı. Önce 2008 krizi, ardından salgın, şimdi de Ukrayna’nın işgali, devlet ve piyasa arasındaki dengenin yeniden düşünülmesi gerektiğini gösterdi. Ülkemizde ise çok daha farklı bir süreçten geçiyoruz. 'Serbest piyasa modeli' demeyi sürdürmemize rağmen son dönemde piyasa müdahaleleri çok yoğunlaştı. Modelle uyuşmayan uygulamalar belirsizliği arttırdı ve öngörü güçlüğü ortaya çıktı. Devlet ve piyasa arasındaki denge, gelir dağılımı açısından büyük önem taşıyor. Piyasa mekanizmasının çözemediği gelir adaletsizliği sorunu dünyada sağ popülist dalganın yükselmesi, mülteci akını, yetersiz refah artışı, orta sınıfın erimesi gibi sorunlar dünyanın önemli problemleri arasına girdi. Enflasyonun yükselme eğilimine girmesi gelir adaletsizliğini daha da bozacak. Gelir dağılımının iyileştirilmesi için kapsamlı ve sonuç alıcı bir politikaya ihtiyaç var. Bu en temel belirsizlik noktalarının yanında daha güncel olanlar da var. Ekonomi politikalarını bunları dikkate almadan belirlemek olmaz.
Bunların başında gıda krizi geliyor. Salgınlar, savaşlar, çevre, ekonomik krizler derken şimdi bir de gıda krizi ile karşı karşıyayız. Dünya buğday ve arpa ticaretinin neredeyse yüzde 30’unu Rusya ve Ukrayna karşılıyor. Ayçiçeği yağında ise bu oran yüzde 55’ler civarında. Ayrıca Rusya, dünyanın en önemli gübre ihracatçılarından birisi. Savaş, gıda fiyatlarında şiddetli artışlara yol açtı. Savaşının uzaması ithalata bağımlı ülkelerde gıda maddelerinin teminini zorlaştıracak. Bu süreçte gıda krizinin toplumsal gerilimleri tetiklemesi dünyadaki istikrarsızlığı artıracak. Gıda fiyatlarındaki artış ülkemizi dahi etkiliyor. Fiyat kontrolleri ve ithalat gibi yöntemlerin gıda fiyatlarında kalıcı düşüş sağlayamadığını geçmiş tecrübelerden biliyoruz. Türkiye’nin gıda fiyatlarındaki artışı önlemek, tarım ve gıdadaki muazzam potansiyelini hayata geçirmek için yeni bir tarım politikasına ihtiyacı var.”
Tuncay Özilhan, salgın ile birlikte gündeme gelen bir başka konunun küresel tedarik zincirlerinin yeniden ele alınması meselesi olduğunu vurgulayarak, dünya ticareti açısından bir başka belirsizlik unsurunun da tüketici talebinin değişen yapısı olduğuna işaret etti.
Salgın sırasında yaşanan tüketim ürünleri talebi artışının yavaşladığını, hatta gerilemeye başladığını, bunu OECD ülkeleri verilerinden gördüklerini aktaran Özilhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tüketim ürünleri talebi yerini hizmet talebindeki artışa bıraktı. Bu eğilimin ne kadar kalıcı olacağı Türkiye açısından çok önemli. TL’deki değer kaybı nedeniyle Türkiye’nin mamul mal ihracatında sağlayabileceği rekabet gücü, dünya ticaretinin hizmetlere ve hatta dijital olarak teslim edilen hizmetlere doğru kaydığı bir dünyada ne kadar sürdürülebilir olacak? Sonuç olarak, tüketici talebinin yapısından tedarik zincirlerine, iklim kriziyle mücadeleden iki bloklu küreselleşmeye dünyadaki birçok gelişme Türkiye’nin ihracat hamlesini sürdürebilmek ve cari açığı azaltmak için mutlaka üretim yapısını ve dış ilişkilerini küresel ticaretteki değişimlere göre şekillendirmesini gerektiriyor.”
Özilhan, dünyadaki güncel bir başka problemin ise artan enflasyon olduğuna dikkati çekerek, “Enflasyonun bütün ekonomik sorunların başı olması nedeniyle pek çok merkez bankası, enflasyon artışının önüne geçmek için sıkılaşma politikaları uyguluyor. Günümüzde ülkelerin ekonomileri iç içe olduğu için ABD’nin faiz oranlarını artırması tüm diğer ülkeleri etkiliyor. Doların değer kazanması TL’nin değer kaybetmesi anlamına geliyor. Dünyadaki fonların daha yüksek getiri sunan ülkelere kayması Türkiye’nin finansman ihtiyacını zorlaştırıyor. Global taraf aleyhimize seyrederken, içeride uyguladığımız iktisadi politikalarla beraber ülke risk primi yükseliyor. Sıkı para politikaları ile gelişmiş ülkelerin yavaşlaması Türkiye’nin ihracatını kısıtlayarak cari açık, TL’nin değer kaybı ve enflasyon sorunlarını ağırlaştıracaktır. Ekonomi politikaları bu gelişmelere uyumlu olmalı.” şeklinde konuştu.
Özilhan, Türkiye’nin ikinci yüzyılına, küresel mimarideki bu belirsizlikler altında girdiği ifade ederek, küresel güç mücadelesi, iklim krizi ile mücadele, dijitalleşme, üretim yapısı gibi alanlarda yapılacak tercihlerin gelecek dönemi şekillendireceğini söyledi.
Küresel sorunlara ilaveten bir de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu belirsizlikler ve geleceğe ilişkin tahmin yapmayı, öngörüde bulunmayı zorlaştıran sorunların bulunduğunu aktaran Özilhan, TL’deki değer kaybı ve enflasyonun ulaştığı seviyelere işaret etti.
Özilhan, kendi hesabına çalışanların ve ücretlilerin gelirlerindeki gerilemenin nasıl düzeltileceğinin toplumsal barış açısından sorulması ve cevaplandırılması gereken diğer bir soru olduğunu belirterek, “Ekonomideki en büyük öncelik, enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemek ve ardından kalıcı bir düşüş sağlamak olmalı. Aksi halde Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi bir enflasyon sarmalına girmesi topluma çok yüksek bir bedel ödetir. Sorunları çözmek yerine bir süre için hafifletmek yönünde atılan adımlar geri teper. Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle çözülmez.” diye konuştu.
Ekonomiyi istikrarlı ve sürdürülebilir bir raya oturtacak politikalar için uzmanların, teknisyenlerin, akademisyenlerin önerilerine kulak vermek gerektiğini, toplumsal uzlaşma ile alınmayan kararların istenilen sonuçları üretmeyeceğini ifade eden Özilhan, enflasyonda kalıcı bir düşüşün üretim yapısını değiştirmeden sadece para politikalarıyla sağlanamayacağını kaydetti.
TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, fiyat istikrarının; çok iyi bir planlamayla, kıt kaynakları istihdam yaratan, ihracat şansı olan sektörlerde değerlendirerek, israfı önleyerek, yatırımları verimlilik artışı sağlayacak projelere yönlendirerek, kamu açığını sınırlayarak, tasarrufu teşvik ederek, cari açığı daraltarak, TL üzerindeki baskıyı azaltarak, ülke risk primini düşürerek sağlanacağını vurguladı.
Türkiye’nin temel altyapı yatırımlarını yaptığını, altyapı yatırımlarının dönüşünün uzun süre aldığını, bundan sonra kaynak planlamasında dijital altyapı, sanayi ve tarımda katma değeri artırma ve yeni teknoloji alanlarının gelişiminin hedeflenmesi gerektiğini belirten Özilhan, yatırımların hızlanması ve doğru alanlara yönelmesinin sadece düşük faiz politikası ile sağlanamayacağını, hukuk sisteminin adil ve etkin çalışmasının da gerekeceğini söyledi.
Özilhan, “İktidardan ve muhalefetten cevap beklediğimiz bir soru da gençlerimizin geleceğe güvenle bakmalarının nasıl sağlanacağı... Son zamanlarda üzerinde çok tartışma yapılan sosyal medya yasası ile gündemde olan gerçeğe aykırı bilgi paylaşımı düzenlemesinin gençlerin ülkenin geleceğine güvenini artıracağı konusunda şüphelerimiz var. Tam tersine, bu düzenleme ifade özgürlüğünün sınırlandırılması endişelerine yol açarak güvensizlik duygusunu derinleştirebilir.” diye konuştu.
Türkiye’nin ikinci yüzyılına ve seçimlere, değindiği birçok önemli tartışma başlığı altında girdiğini ifade eden Özilhan, “İktidardan ve muhalefetten beklentimiz, bu somut tartışma başlıklarına ilişkin perspektiflerini ortaya koymaları. Siyasetçilerden, gereksiz tartışmalarla tansiyonu yükseltmek yerine ülkemizin birlik beraberliğini dikkate alarak yakıcı sorunlara yapıcı çözümler önermelerini bekliyoruz.” dedi.
Özilhan, TÜSİAD YİK Toplantısı’nın açılışında yaptığı konuşmada, hem Türkiye’nin ikinci yüzyılına hazırlanıldığını hem de seçim ortamına girildiğini belirtti.
Zor bir dönemden geçildiğini, dünyada bir dönemin sona erdiğini ancak yerine geçenin ne olduğunun henüz netleşmediğini ifade eden Özilhan, “Bizden kaynaklanan belirsizlikler ile yeni dünya düzenine ilişkin belirsizlikler iç içe geçiyor. İktidardan ve muhalefetten yeni dönem için net ve somut yol haritaları bekliyoruz.” diye konuştu.
Özilhan, yeni sularda geçmişin tecrübesinin yeterli olmayacağını, yeni koşullara uygun yeni çözümler bulunması gerektiğini aktararak, şunları kaydetti:
“İlk olarak cevaplamamız gereken soru; küresel mimarideki dönüşümde ülke olarak nerede duracağımız. Dünyada muazzam bir güç mücadelesi yaşanıyor. ABD-Avrupa ile Çin-Rusya aksları arasında gerilim giderek tırmanıyor. Bu tırmanışın son durağı Rusya’nın Ukrayna’yı işgali oldu. Ukrayna savaşının nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz ama küresel mimariyi şimdiden değiştirdiğini biliyoruz. Senelerdir alışkın olduğumuz düzen, yerleşik anlayışlar, fiyat belirleme davranışları, lojistik yaklaşım değişti.
Teknolojik ürünlerden ham maddeye, tarım ve gıda ürünlerinden enerjiye her alandaki arz zincirleri kırıldı ve tedarik sorunları yaşanıyor. Ama bunların ötesinde, Soğuk Savaş sonrası düzen de bozuldu. Dünyada güvenlik dengeleri yeniden kurulmaya başladı. Ekonomik konular bir kez daha ulusal güvenlik önceliklerine tabi kılınır oldu. Bu gelişmeler sonucunda yeni bir Soğuk Savaş dönemine mi girilecek? Öyle ise kendimizi nasıl konumlamalıyız? Bu süreç küreselleşmenin en temel özelliklerini sarsıyor. İki bloklu bir küreselleşme dönemine girilirse dünya ekonomisi yeniden şekillenecek.”
Tek kutuplu bir dünyada küreselleşme sayesinde hızla büyümüş olan Çin’in, iki kutuplu bir dünyada başarılı olmaya devam edip etmeyeceğini bilmediklerini, Çin’in yıllardan beri devam eden çabalarına rağmen dünyadaki rezerv para birimlerinin halen Batı ülkelerinin para birimleri olduğunu belirten Özilhan, piyasa fiyatlarıyla ölçüldüğünde dünya ekonomisinin yüzde 60’a yakınını hala Batı ekonomilerinin ürettiğini söyledi.
“İklim krizi ile mücadele küresel enerji piyasasını kökten değiştirecek”
Tuncay Özilhan, "Gelecekte küreselleşmenin nasıl olacağını ülkelerin ekonomi politikası tercihleri şekillendirecek. Hangi ticaret bloku içinde yer alacağımız, neyi nasıl üreteceğimiz daha da önemli hale gelecek. Neyi, nasıl üreteceğimize yönelik kararlarda iklim krizi ile küresel mücadele perspektifi de belirleyici olacak.” dedi.
Son IPCC raporuna göre, küresel ısınmayı 1,5 derecede tutabilmek için 2050’ye kadar karbon emisyonlarını küresel ölçekte net sıfıra indirmek gerektiğini anımsatan Özilhan, “Bu hedefin tutturulması ekonomilerde nasıl dönüşümlere yol açacak? Bunun üretim ve ticarete etkisi ne olacak? AB’nin 2050 iklim-nötr hedefi doğrultusunda başlattığı dönüşüme Türkiye nasıl uyum sağlayacak?” diye sordu.
Özilhan, uyum konusunda gecikme olursa ihracattaki maliyet artışının boyutlarını iyi hesaplamak gerektiğini, iklim krizi ile mücadelenin küresel enerji piyasasını kökten değiştireceğini, Ukrayna krizinin değişimi öne çektiğini vurguladı.
Davos toplantılarında bir bankacının söylediği gibi "Batı ülkelerinin enerji konusunda sanayi devriminin yaratmış olduğu çapta bir dönüşümü dijital dönüşüm hızıyla yapmak zorunda kalması halinde bunun aynı zamanda finans sektöründe de bir devrim anlamına geleceğini" aktaran Özilhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çok geniş bir etki alanı olacak bu gelişmeleri yakından izlemeliyiz. Bu gelişmeler Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerini yakından ilgilendiriyor. Ukrayna işgali öncesine kıyasla Avrupa çok daha birleşmiş durumda. Avrupa, bu ortak tavrı yaptırımlardan kaynaklanan zorluklar nedeniyle gevşetmeyip daha sıkı bir bütünleşmeye doğru taşıyabilirse daha demokratik ve eşitlikçi bir dünyanın temellerini de atabilir. Bu süreci çok iyi takip etmemiz gerekiyor. ABD-Avrupa aksıyla Çin-Rusya aksı arasındaki gerilim liberal-demokrasiler ile otoriter yönetimler arasındaki mücadelede de kendisini hissettiriyor.
2008 krizinden sonra liberal-demokratik rejimlerde siyasi temsil sorunları ağırlaştı. ABD’de, Avrupa’da, bazı yükselen ekonomilerde sağ popülist liderler güç kazandı. Çin-Rusya aksının küresel sistemdeki yerinin güçlenmesi bu sağ popülist dalganın yerini daha otoriter bir modele bırakmasına yol açabilirdi. Ancak bu ülkelerde iktidar olan sağ popülist liderler şaşırtıcı olmayan bir şekilde seçmenlerin beklentilerini karşılayamadılar ve bu dalga kısmen geri çekilmeye başladı. Bu süreç hızlanır ve küresel çaptaki otoriterleşme eğilimi son bulursa yeni dönemde siyasetin kodları da değişir. Bu süreci de yakından takip etmemiz gerekiyor.”
“Devlet ve piyasa arasındaki denge, gelir dağılımı açısından büyük önem taşıyor”
TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, otoriterleşme tartışmasının bir boyutunun ekonomik hayatın düzenlenmesinde piyasanın ve devletlerin rolüne ilişkin olduğunu belirterek, Çin gibi ülkelerin yüksek büyüme performansının, devletin ekonomiye yoğun olarak müdahale ettiği otoriter yönetim modellerini yeniden cazip kıldığını, "ekonomik hayatın düzenlenmesinde piyasanın mı yoksa devletlerin mi belirleyici olması gerektiği" sorusunun cevabının farklı dönemlerde farklı şekillerde verildiğini dile getirdi.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomide yoğun devlet müdahalesi modeli çöktükten sonra ibrenin piyasa mekanizmasına kaydığını, piyasa mekanizmasının üstünlüğünün adeta sorgulama dışı tutulur olduğunu ifade eden Özilhan, şunları kaydetti:
“Ancak bu model de uygulamada aksaklıklarla karşılaştı. Önce 2008 krizi, ardından salgın, şimdi de Ukrayna’nın işgali, devlet ve piyasa arasındaki dengenin yeniden düşünülmesi gerektiğini gösterdi. Ülkemizde ise çok daha farklı bir süreçten geçiyoruz. 'Serbest piyasa modeli' demeyi sürdürmemize rağmen son dönemde piyasa müdahaleleri çok yoğunlaştı. Modelle uyuşmayan uygulamalar belirsizliği arttırdı ve öngörü güçlüğü ortaya çıktı. Devlet ve piyasa arasındaki denge, gelir dağılımı açısından büyük önem taşıyor. Piyasa mekanizmasının çözemediği gelir adaletsizliği sorunu dünyada sağ popülist dalganın yükselmesi, mülteci akını, yetersiz refah artışı, orta sınıfın erimesi gibi sorunlar dünyanın önemli problemleri arasına girdi. Enflasyonun yükselme eğilimine girmesi gelir adaletsizliğini daha da bozacak. Gelir dağılımının iyileştirilmesi için kapsamlı ve sonuç alıcı bir politikaya ihtiyaç var. Bu en temel belirsizlik noktalarının yanında daha güncel olanlar da var. Ekonomi politikalarını bunları dikkate almadan belirlemek olmaz.
Bunların başında gıda krizi geliyor. Salgınlar, savaşlar, çevre, ekonomik krizler derken şimdi bir de gıda krizi ile karşı karşıyayız. Dünya buğday ve arpa ticaretinin neredeyse yüzde 30’unu Rusya ve Ukrayna karşılıyor. Ayçiçeği yağında ise bu oran yüzde 55’ler civarında. Ayrıca Rusya, dünyanın en önemli gübre ihracatçılarından birisi. Savaş, gıda fiyatlarında şiddetli artışlara yol açtı. Savaşının uzaması ithalata bağımlı ülkelerde gıda maddelerinin teminini zorlaştıracak. Bu süreçte gıda krizinin toplumsal gerilimleri tetiklemesi dünyadaki istikrarsızlığı artıracak. Gıda fiyatlarındaki artış ülkemizi dahi etkiliyor. Fiyat kontrolleri ve ithalat gibi yöntemlerin gıda fiyatlarında kalıcı düşüş sağlayamadığını geçmiş tecrübelerden biliyoruz. Türkiye’nin gıda fiyatlarındaki artışı önlemek, tarım ve gıdadaki muazzam potansiyelini hayata geçirmek için yeni bir tarım politikasına ihtiyacı var.”
“Dünyadaki güncel bir başka problem ise artan enflasyon”
Tuncay Özilhan, salgın ile birlikte gündeme gelen bir başka konunun küresel tedarik zincirlerinin yeniden ele alınması meselesi olduğunu vurgulayarak, dünya ticareti açısından bir başka belirsizlik unsurunun da tüketici talebinin değişen yapısı olduğuna işaret etti.
Salgın sırasında yaşanan tüketim ürünleri talebi artışının yavaşladığını, hatta gerilemeye başladığını, bunu OECD ülkeleri verilerinden gördüklerini aktaran Özilhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tüketim ürünleri talebi yerini hizmet talebindeki artışa bıraktı. Bu eğilimin ne kadar kalıcı olacağı Türkiye açısından çok önemli. TL’deki değer kaybı nedeniyle Türkiye’nin mamul mal ihracatında sağlayabileceği rekabet gücü, dünya ticaretinin hizmetlere ve hatta dijital olarak teslim edilen hizmetlere doğru kaydığı bir dünyada ne kadar sürdürülebilir olacak? Sonuç olarak, tüketici talebinin yapısından tedarik zincirlerine, iklim kriziyle mücadeleden iki bloklu küreselleşmeye dünyadaki birçok gelişme Türkiye’nin ihracat hamlesini sürdürebilmek ve cari açığı azaltmak için mutlaka üretim yapısını ve dış ilişkilerini küresel ticaretteki değişimlere göre şekillendirmesini gerektiriyor.”
Özilhan, dünyadaki güncel bir başka problemin ise artan enflasyon olduğuna dikkati çekerek, “Enflasyonun bütün ekonomik sorunların başı olması nedeniyle pek çok merkez bankası, enflasyon artışının önüne geçmek için sıkılaşma politikaları uyguluyor. Günümüzde ülkelerin ekonomileri iç içe olduğu için ABD’nin faiz oranlarını artırması tüm diğer ülkeleri etkiliyor. Doların değer kazanması TL’nin değer kaybetmesi anlamına geliyor. Dünyadaki fonların daha yüksek getiri sunan ülkelere kayması Türkiye’nin finansman ihtiyacını zorlaştırıyor. Global taraf aleyhimize seyrederken, içeride uyguladığımız iktisadi politikalarla beraber ülke risk primi yükseliyor. Sıkı para politikaları ile gelişmiş ülkelerin yavaşlaması Türkiye’nin ihracatını kısıtlayarak cari açık, TL’nin değer kaybı ve enflasyon sorunlarını ağırlaştıracaktır. Ekonomi politikaları bu gelişmelere uyumlu olmalı.” şeklinde konuştu.
Özilhan, Türkiye’nin ikinci yüzyılına, küresel mimarideki bu belirsizlikler altında girdiği ifade ederek, küresel güç mücadelesi, iklim krizi ile mücadele, dijitalleşme, üretim yapısı gibi alanlarda yapılacak tercihlerin gelecek dönemi şekillendireceğini söyledi.
Küresel sorunlara ilaveten bir de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu belirsizlikler ve geleceğe ilişkin tahmin yapmayı, öngörüde bulunmayı zorlaştıran sorunların bulunduğunu aktaran Özilhan, TL’deki değer kaybı ve enflasyonun ulaştığı seviyelere işaret etti.
Özilhan, kendi hesabına çalışanların ve ücretlilerin gelirlerindeki gerilemenin nasıl düzeltileceğinin toplumsal barış açısından sorulması ve cevaplandırılması gereken diğer bir soru olduğunu belirterek, “Ekonomideki en büyük öncelik, enflasyonun kontrolden çıkmasını önlemek ve ardından kalıcı bir düşüş sağlamak olmalı. Aksi halde Türkiye’nin geçmişinde olduğu gibi bir enflasyon sarmalına girmesi topluma çok yüksek bir bedel ödetir. Sorunları çözmek yerine bir süre için hafifletmek yönünde atılan adımlar geri teper. Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle çözülmez.” diye konuştu.
Ekonomiyi istikrarlı ve sürdürülebilir bir raya oturtacak politikalar için uzmanların, teknisyenlerin, akademisyenlerin önerilerine kulak vermek gerektiğini, toplumsal uzlaşma ile alınmayan kararların istenilen sonuçları üretmeyeceğini ifade eden Özilhan, enflasyonda kalıcı bir düşüşün üretim yapısını değiştirmeden sadece para politikalarıyla sağlanamayacağını kaydetti.
“Siyasetçilerden yakıcı sorunlara yapıcı çözümler önermelerini bekliyoruz”
TÜSİAD YİK Başkanı Özilhan, fiyat istikrarının; çok iyi bir planlamayla, kıt kaynakları istihdam yaratan, ihracat şansı olan sektörlerde değerlendirerek, israfı önleyerek, yatırımları verimlilik artışı sağlayacak projelere yönlendirerek, kamu açığını sınırlayarak, tasarrufu teşvik ederek, cari açığı daraltarak, TL üzerindeki baskıyı azaltarak, ülke risk primini düşürerek sağlanacağını vurguladı.
Türkiye’nin temel altyapı yatırımlarını yaptığını, altyapı yatırımlarının dönüşünün uzun süre aldığını, bundan sonra kaynak planlamasında dijital altyapı, sanayi ve tarımda katma değeri artırma ve yeni teknoloji alanlarının gelişiminin hedeflenmesi gerektiğini belirten Özilhan, yatırımların hızlanması ve doğru alanlara yönelmesinin sadece düşük faiz politikası ile sağlanamayacağını, hukuk sisteminin adil ve etkin çalışmasının da gerekeceğini söyledi.
Özilhan, “İktidardan ve muhalefetten cevap beklediğimiz bir soru da gençlerimizin geleceğe güvenle bakmalarının nasıl sağlanacağı... Son zamanlarda üzerinde çok tartışma yapılan sosyal medya yasası ile gündemde olan gerçeğe aykırı bilgi paylaşımı düzenlemesinin gençlerin ülkenin geleceğine güvenini artıracağı konusunda şüphelerimiz var. Tam tersine, bu düzenleme ifade özgürlüğünün sınırlandırılması endişelerine yol açarak güvensizlik duygusunu derinleştirebilir.” diye konuştu.
Türkiye’nin ikinci yüzyılına ve seçimlere, değindiği birçok önemli tartışma başlığı altında girdiğini ifade eden Özilhan, “İktidardan ve muhalefetten beklentimiz, bu somut tartışma başlıklarına ilişkin perspektiflerini ortaya koymaları. Siyasetçilerden, gereksiz tartışmalarla tansiyonu yükseltmek yerine ülkemizin birlik beraberliğini dikkate alarak yakıcı sorunlara yapıcı çözümler önermelerini bekliyoruz.” dedi.